Değirmen resimlerine bakarken dikkatimi çekti. Eskiden bu güzellikleri nadirde olsa yaşardık. Annanemler kaynatırlardı bizde nasiplenirdik. Ne kadar güzeldi o günler.
Kazanlarda Buğday Kaynatma
Eskiden sonbahar gelince, köylerde kışlık yiyecek hazırlama telaşı başlardı. Kaynatma, kurutma, kavurma dövme eritme öğütme basma gibi çeşitli yöntemlerle elde edilen bu yiyecekler, soğuk kış aylarında hazır yemek işlevi gördükleri gibi, yemek pişirmekle yükümlü kadınların işini de bir hayli kolaylaştırırlardı. Yazdan hazırlanan bu kış erzaklarının hazırlanmaları ne denli eziyetli olursa, yenmeleri de o denli lezzetli olurdu.
Şimdi bulgur kaynatma dövme ve çekme anlatmaya çalışalım. Öncelikle bulgur yapılacak buğdaylar ki bunlara birçok isimler verilmiş veya öyle adlandırmış o yılın harmanından kaldırılan buğdayların veya satın alınan en iyi cinsinden; değişik isimlerdeki buğday türlerinden en temiz ve iri olanından seçilirdi. Seçilen bu buğdaylar önce elek adı verilen, deriden örülmüş eleklerde elenerek diğer yabancı maddelerden temizlenir, daha sonra ise buğday taneleri su ile yıkanarak tertemiz hale getirilirdi. Buğdaylar büyük bakır kazanlara konularak, ocaklarda, bulgur kaynatma işlemi başlamış olurdu.
Kara Kazanlar ocak ateşin üzerine konur her kazanın büyüklüğüne göre belli oranda kazanlara buğday bırakılır üzerine buğdayı yirmi beş santim geçecek kadar su konur kaynatılmaya başlanırdı. Tabii ki bulgur kaynatma öyle tek başına yapılan bir işlem değildi. Köyün kadınları gelin ve kızları bir araya gelerek bulgur kaynatmaya yardımcı olurlardı Kazanlardaki buğdaylar iyice kaynayıp pişmiş haline hedik denilir iyice kaynadıktan sonra kazanlar ocaklardan indirilirdi suyu süzgeçte süzülür öncede hazırlanmış serilerek kurutulacak yere taşınırdı .
Bulgur Kurutma
Büyük sofra bezi yada kıldan ve yünden yapılmış kilim palas adı verilen, uzun ve geniş bezler, damda veya müsait olan bir yere serilerek, kazandaki bulgurlar bu örtülerin üzerine düzgün bir şekilde yayılırdı. Yayılan bu bulgurların iyice kuruması için birkaç gün beklenirdi. Beli aralıklarla karıştırılarak her tarafın kurutulmasını sağlanırdı bunun için de geceleri de bulgur başlarında beklenirdi. Aile reisleri veya yeni yetme delikanlılar, bulgurun başına bir iş gelmesin, rüzgârdan yağmurlardan hayvanlardan kuşlarda ve toz topraktan korusun diye gece gündüz bulgur başında beklenir ve yanında yatarlardı.
Bulgur Ayıklama
Kuruması için serilen bulgurların temizlik işlemi her ne kadar daha önce yapılmış olsa da içerisinde taş veya toprak parçalarının kalıp kalmadığı, kuruma esnasında, bir kez daha kontrol edilirdi. Bu işleme bulgur ayıklama denirdi bulgurlar kuruduktan sonra toplanır eskiden üzerinde yemek yenilen tahta masa veya bakırdan yapılmış sofra üzerine dökülür içinde hiçbir taş, toprak veya yabancı bir maddenin kalmaması için tek tek ayıklanırdı Bu işlem birkaç gün sürerdi. Daha sonra toplanarak çuval konulan kaynatılmış buğdaylar Soku taşına götürülüp, bulgur dövme işlemi başlamış olurdu.
Soku Taşı ve Ağaç Tokmağı Bulgur Dövme
Bulgur dövme işlemi bir şenlik ve eğlence içerisinde yapılırdı. en az iki, en fazla dört kişi ellerinde ağaçtan yapılmış tokmakları ile ortası oyularak yapılan soku taşının içindeki tanelerin iyice kepektir ilmesi, yani yüzlerinin kabuğu soyulması işlemi yapılırdı. Bu bulgur dövmelerinde de türkü, maniler söylenir, atışmalar yapılırdı. Ancak burada yoruldukça yedekten bekleyenle değişiklik yapılarak, sıra ile bulgur dövme işlemi yürütülürdü. Bulgur dövme işlemi erkek ve kadınlar tarafından ayrı ayrı veya birlikte yapılırdı. Bu birlikte yapılan bulgur dövme işlemleri esnasında birbirlerini seven oğlan ve kızlar da böylece bir araya gelmiş ve konuşma fırsatı bulmuş olurlardı Yoksa o dönemlerde oğlan ile kızın buluşup konuşması mümkün olmadığı gibi, çoğu zaman da düşmanlıklara varacak kadar sebep olurdu. Daha sonraki dönemlerde dinklerde veya su değirmenlerde bulgur dövmeler yapılır hazırlanırdı dinkleri çevirmesinde at su gücünden yararlanırdı şimdi ise modern değirmelerde yapılıyor .
Atla Dink Çevirmesi ve Bulguru Rüzgâra Savurmak
Bulgur dövülürken kepeklenmiş ve nemlenmiştir tekrar serilir kurutulur kepekle bulguru ayırmak için her hangi bir kapa konur genelde elekle yapılırdı yüksekten azar azar aşağıya bırakılır rüzgârın etkise ile kepek savrulup giderdi bulgur yere serilen örtüler üzerine düşerdi böylece bulgurla kepek bir birinde ayrılmış olurdu Taştan Yapılmış El Değirmeni ile Bulgur Çekme
Dövülmüş ve kepeği alınmış Bulgur çekmeğe hazırdır bulgur çekmek hem yorucu hem de uzun zaman alan bir iştir. Bunun önemli yolunu bulmuşlar komşular bir araya gelerek sırasıyla birbirlerine yardımcı olmuşlar Bulgur çekmek için evin en uygun odası seçilir odanın tabanı örtülerle kaplanır. Bunlar daha çok sergide kullanılan temiz örtülerdir bunların üzerine kaç grupta bulgur çekilecekse o kadar el değirmeni yerleştirilir.
Bulgur çekmesi başlı başına bir olay gibidir çünkü bu işi genelde gelinler ve genç kızlar yaparlar kimin bulguru çekilecekse komşu kızlarından önceden söz alınır daha çok akşamları yemekten sonra bulgur çekme işlerine başlanırdı bazen aynı anda iki üç değirmen taşı dönmeye başlar ve sesi güzel olan gelin ve kızlar en güzel mahalli türküleri seslendirirdi o an anılar veya birisi yaşanmaya başlanırdı delikanlılar bu Türkleri dinlemek için o evin etrafında beklerlerdi. Bulgur çekme gece yarısına kadar devam ederdi. Onun için o evin erkekleri o gece akraba veya komşuya gider orda kalır ve yatarlardı.
Bulgur çekecek olanlar el değirmeninin etrafında yerlerini alırlardı bunlar en az üç kişidir ve daha çok olabilirlerdi hazır olunca içlerinden usta olan birisi kaynamış buğdaydan oluşan bulguru değirmenin üst taşının tam ortasında bulunan delikten içeri avuç avuç bulguru ölçülü bir şekilde düzenli aralıklarla koymaya başlar. Bu arada değirmenin üst taşı devamlı çevrilmektedir bu işlem türküler ve maniler eşliğinde çekilecek bulgurun bitmesine kadar devam eder.
Bulgur Elemek
Bulgur çekildik den sonra elenir boylarına göre sınıflandırılır iri orta ince ve pıtpıt olmak üzere dört de ayrılır böylece bulgur yemeklik için hazır hale gelir Malatya ya yöresinde bulgurdan ortalama 130 çeşit yemek yapılır. Bulgurun yemesi ne kadar kolay yapması ne kadar çok zor olduğu açıkça görülüyor onun için o dönemde anne gene mi bulgur yaptın diyen çocuklara anneler çok kızardı çünkü bulgur öyle kolay sofraya gelmiyordu. AĞCA
9 Ekim 2011 Pazar
BULGUR
GÜRCÜLERDE KIŞ HAZIRLIKLARI
Türk mutfağı ve bir çok milletlerin mutfağı zamanla Gürcü mutfağına girmiştir ve kışa hazırlıklarda birbirine benzerlikler göstermektedir.
Önceleri elektirikli soğutucular olmadığı ve konserve yapımı bilinmediğinden yazlık sebzeler kurutularak kışa hazırlanıyordu. Günümüze kadar ulaşan bir çok Gürcü yemeği için sebzeler kurutulmaktadır.
Evde biber ve domates salçası yapılıyordu. Salçalara bol tuz ve sıvı yağ katılarak uzun süre kalması sağlanıyordu. Kırsal alanlarda evde salça yapımı halen devam etmektedir. Acıka, hazır salça yani konserve biber salçasıyla istenilen lezzet yakalanamadığı için evde salçalık biberden tuzsuz olarak hazırlanıyor.
Meyvelerden, şıra, pekmez, marmelat, reçel, pestil hazırlanırdı. Kompostoluk ve çeşitli yemeklerde kullanmak için meyveler kurutulurdu. Meyveleri kurutma işlemi çok yapılmasa da çeşitli yemeklerimiz için kurutma yapılmaktadır.
Tahıllardan mısır unu, buğday unu, buğday nişastası, keşkeklik bulgur, pilavlık bulgur;
fırınlanmış mısırdan fırınlanmış mısır unu, yarma hazırlanıyordu. Günümüzde mısır unu, fırınmısırı unu, yarmanın dışında pek fazla bir şey yapılmamaktadır.
Turşu olarak özellikle taze fazulye başta olmak üzere carhala (çükündür yaprağı), burğva (kaldırık) ve bir çok sebzelerden yapılan turşu günümüzde de yapılmaktadır.
Türk mutfağının olmazsa olmazlarından olan tarhana, Gürcü mutfağının da en baş çorbasıdır.
Kuru yufka, silori, erişte, kuskus muhakkak yapılanlarındandı. Şu anda kuskusu çok yapan olmasa da erişte, silori, kuru yufka halen yapılmaktadır.
Keş (kuruti) hayvanların en çok süt verdiği bahar ve yaz aylarında hazırlanır, kış yiyeceklerinde, yağlaşta ve kahvaltılarda yemek için hazırlanırdı.
Etler şimdiki dönemlerdeki gibi derin dondurucularda saklanmadığı ve her an lazım olduğu kadar alınma ihtimali olmadığında, kuş başı et ve kıyma bol tuzla kavrulur ve o şekilde muhafaza edilirdi.
Dayanıklı meyveler ve sebzeler (demir elma, kış armudu, bal kabağı, karakabak gibi) nalyalarda muhafaza edilirdi.
Sonbaharda dikilen ve kışın yenen sebzeler bahçelere dikilirdi.
Yağmur gelmeden ıhlamuru mevsiminde toplayıp kurutulur, kışın içmek için hazırlanırdı.
Eski zamanlarda evlerde siyah çay ve kahve misafir geldiğinde ikram edilmek için bir kenarda tutulurdu. Uzun kış gecelerinde komşu geldiğinde idare lambası ve gaz lambası ışığında ocak yada kuzine üzerinde fokur fokur kaynayan mis gibi kokan ıhlamur ikram ediliyordu.
Tenekelerle sıvıyağ, çuvalla şeker, kilolarca tuz alıp kış için hazırlanıyordu.
Baklagiller kış için hazırlanıyordu.
Kikibo (kabak çekirdeği), kışın yemek için bol bol kabaktan çıkarılırdı. Fındık, ceviz gibi çerezler de evde bulundurulurdu. Un hazırlamak için mısır kavrularak yenir, patlamış mısır yapmak için özel olarak dikilir ve kışa hazırlanırdı.
Önceleri elektirikli soğutucular olmadığı ve konserve yapımı bilinmediğinden yazlık sebzeler kurutularak kışa hazırlanıyordu. Günümüze kadar ulaşan bir çok Gürcü yemeği için sebzeler kurutulmaktadır.
Evde biber ve domates salçası yapılıyordu. Salçalara bol tuz ve sıvı yağ katılarak uzun süre kalması sağlanıyordu. Kırsal alanlarda evde salça yapımı halen devam etmektedir. Acıka, hazır salça yani konserve biber salçasıyla istenilen lezzet yakalanamadığı için evde salçalık biberden tuzsuz olarak hazırlanıyor.
Meyvelerden, şıra, pekmez, marmelat, reçel, pestil hazırlanırdı. Kompostoluk ve çeşitli yemeklerde kullanmak için meyveler kurutulurdu. Meyveleri kurutma işlemi çok yapılmasa da çeşitli yemeklerimiz için kurutma yapılmaktadır.
Tahıllardan mısır unu, buğday unu, buğday nişastası, keşkeklik bulgur, pilavlık bulgur;
fırınlanmış mısırdan fırınlanmış mısır unu, yarma hazırlanıyordu. Günümüzde mısır unu, fırınmısırı unu, yarmanın dışında pek fazla bir şey yapılmamaktadır.
Turşu olarak özellikle taze fazulye başta olmak üzere carhala (çükündür yaprağı), burğva (kaldırık) ve bir çok sebzelerden yapılan turşu günümüzde de yapılmaktadır.
Türk mutfağının olmazsa olmazlarından olan tarhana, Gürcü mutfağının da en baş çorbasıdır.
Kuru yufka, silori, erişte, kuskus muhakkak yapılanlarındandı. Şu anda kuskusu çok yapan olmasa da erişte, silori, kuru yufka halen yapılmaktadır.
Keş (kuruti) hayvanların en çok süt verdiği bahar ve yaz aylarında hazırlanır, kış yiyeceklerinde, yağlaşta ve kahvaltılarda yemek için hazırlanırdı.
Etler şimdiki dönemlerdeki gibi derin dondurucularda saklanmadığı ve her an lazım olduğu kadar alınma ihtimali olmadığında, kuş başı et ve kıyma bol tuzla kavrulur ve o şekilde muhafaza edilirdi.
Dayanıklı meyveler ve sebzeler (demir elma, kış armudu, bal kabağı, karakabak gibi) nalyalarda muhafaza edilirdi.
Sonbaharda dikilen ve kışın yenen sebzeler bahçelere dikilirdi.
Yağmur gelmeden ıhlamuru mevsiminde toplayıp kurutulur, kışın içmek için hazırlanırdı.
Eski zamanlarda evlerde siyah çay ve kahve misafir geldiğinde ikram edilmek için bir kenarda tutulurdu. Uzun kış gecelerinde komşu geldiğinde idare lambası ve gaz lambası ışığında ocak yada kuzine üzerinde fokur fokur kaynayan mis gibi kokan ıhlamur ikram ediliyordu.
Tenekelerle sıvıyağ, çuvalla şeker, kilolarca tuz alıp kış için hazırlanıyordu.
Baklagiller kış için hazırlanıyordu.
Kikibo (kabak çekirdeği), kışın yemek için bol bol kabaktan çıkarılırdı. Fındık, ceviz gibi çerezler de evde bulundurulurdu. Un hazırlamak için mısır kavrularak yenir, patlamış mısır yapmak için özel olarak dikilir ve kışa hazırlanırdı.
HAMURCUDA KIŞ HAZIRLIKLARI
KÖYDE KIŞ HAZIRLIKLARI |
Köyde kışa doğru hazırlıklar başlardı. Bağ bozumu sonrası asmalık üzümlerin asılması ve pekmezlerin yapılmasıdır. Sonbahardan sonra tarlalar sürülüp ekilmeye başlanır. Bağların gözleri kapatılırdı. Bağlardan kesilen odunlar ve üzüm çubukları doğranarak kış hazırlıkları yapılırdı. Kerpiç ve kerme de yakacak için toplanırdı. Evlerde tandırlar yakılır kışlık yufka hazırlanırdı. hazırlana yufkalar yüksek yerlerde üst üste konularak biriktirilirdi. Tandırlar yanınca kete,çörek ve bazlama pişirilir, çömleklerde yemekler pişirilirdi. Kışlık için değirmenlerde öğütülen unlar çuval veya genellikle tahta ambarlar da muhafaza edilirdi. Evlerde dizi dizi çömlekler olurdu. İçlerinde bulgur, pekmez, peynir, yağ,turşu gibi gıda maddeleri bulunurdu. Bir köşede kayılmış yufka ve anbarda un olurdu. |
BULGUR KAYNATMA Yazın Hasat sonrası en iyi buğday eve getirilir evde leğene su doldurulur. İçine aldığı kadar buğday dökülür. Leğenin üstüne bir oklava uzatılır, onun üstüne de bir kalbur konur. Kalbura alabildiği kadar buğday konulup suya daldırılıp daldırılıp çıkarılır. Bu suretle hem buğday yıkanır hem de taşları kalburun altına çöker. Avuç ile temiz buğday alınır. Tekrar daldırılır. Bu ameliyeye devam olunur. Kalburdaki buğday bitince tabana çöken taşlar atılır. Bu suretle buğday yıkanır, arınır. Kurutmak üzere komşulardan toplanıp güneşe serilen kilimlerin üstüne dökülür. Akşama kadar kurur. Ertesi günü bir ocak yakılıp üstüne büyük bir pekmez leğeni konulur. Buğday doldurulur. Ocağın altı yakılır, pişer hedik olur. Birer tabak komşulara dağıtılır. Herkes yiyebildiği kadar yer. Çok nefis olur. Güneşe yine serilir, iki gün günlendirilir. Bir taraftan da karıştırılır. Tam kuruyunca setenciye haber gider. Gelip çuvallanmış bulguru setene götürürler. Seten bir metre yükseklikte döşemeli hafif çukur yalağın üstüne bir buçuk metre kutrunde, elli santim kalınlığında ve daire biçiminde ağır bir seten taşı, yalağın ortasından tavana bağlı bir mihvere raptedilmiş ve taşın ortasından da bir boyunduruk öküzün veya atın boynuna bağlanmıştır. Kuru hedik bu çukura dökülür. Üstüne bir miktar su serpilip tahta kürekle taşın altına dağıtılır. Ata bir kırbaç vurulur. At döner, taş döner ve hediğin kepeği taşın baskısı altında kabarır. İş bitince yine setenciler eve getirip serili kilimlerin üzerine dökerler. Yirmi şinik bulgurdan bir şinik haklarını daha setenlemeden alırlar. Setenlenen bulgur güneşte iki saat kalınca kurur. Savrulur, kepeği çıkar. Çuvallara doldurup hemen taş değirmen kurulur. Kadınlar ödünçleşe birbirinin bulgurunu çekerler |
MAKARNA VE ERİŞTE KESİMİ Buğday yıkanıp kurutulduktan sonra değirmene yollanıp gayet ince bir şekilde öğütülür. Eve gelir ve ince elekten elenir. Hamur, yumurta ile karıştırılarak çok koyu ve katı bir şekilde yoğrulur. Sabaha kadar dinlenir. Sabahleyin komşu kadınlardan bıçağını alan gelir. Bir taraftan oklavalar yufkanın kalını şekilde açılır, bir taraftan da kesici hanımlar bir milim kalınlığında ve üç santim uzunluğunda keserler. Kesilen bir taraftan güneşe taşınır. Yeteri kadar erişte kesilince makarna kesilmeye başlanır. Bu da kendine ait olan kurutma yerine götürülür. Kurutulur. Makarna toplanıp kabına konar ama erişte tandır yakılarak yufka sacının üzerinde kavrulur. Soğutulur, yerlerine kaldırılır. İkisi de yemek yapılmaya hazır hale gelmişlerdir. |
TURŞU KURMAK Turşu kurma çeşitli sebze ve meyvelerin salamura adı verilen tuzlu, asitli çözeltide bir süre bekletilerek uzun süre saklanabilecek hale getirilmesidir. Genelde köyde kışa hazırlığının önemli bir kısmıdır.Önceleri büyük boy küpler içerisinde turşuların kurulumu yapılmaktaydı. Günümüzde bu tür toprak kapların yerini plastik, cam kavanoz, paslanmaz teneke kaplar almıştır.Körpe sebze ve meyveler sıkı dokularından dolayı turşulanmaya daha elverişlidir. Turşusu yapılabilen sebze meyveler arasında salatalık, lahana, biber, yeşil domates, acur, fasulye, pancar bulunur.Turşu kurulumunun yapıldığı kaba sarımsak, dereotu ve gibi malzemeler aroma vermek amacıyla eklenir.İyi bir turşu yapılabilmesi için, salamuradaki tuz oranının çok iyi ayarlanması gerekir. Aksi halde, turşu ya yenemeyecek kadar tuzlu, ya da az tuzlu olur. Tuz oranının az olması ise, istenmeyen zararlı canlılann üremesine ve yumuşamaya neden olur. |
YAPRAK KURUTMAK VE SALAMURA Mayıs ayının sonlarına doğru her ev bir gayret içine girer. Bağlara gidip beyaz üzüm, kara üzüm, çubuklarının yapraklarını toplarlar. Diğer yaprakların arkaları ince tüylü olduğu için onları toplamazlar. Köyde yaprak iki şekilde değerlendirilir. Birincisi yapraklar ipliğe dizip kurutulur. Kuruyan yapraklar bağ bağ tavana asılır. İkincisi ise salamura şeklinde yaprağın değerlendirilmesidir. Kışın da ipten bir parça sıcak suya batırılıp sarılır veya kuru yaprak öfelenerek ezilir, yemek çömleğine konulan bir avuç bulgur ile yağı tuzu ve salçası ilave edilip tandıra indirilir. |
YUFKA YAPILMASI Yufka ekmeğinin en önemli özelliği dayanıklı olmasıdır. Köyde yardımlaşarak bir seferde komşu ve akrabaların da katılımıyla yapılır. Yapıldığı zaman ise herkes için çok miktarda yapılır. Üst üste dizilerek katman halinde stoklanır ve üzeri örtülür. Kullanılacağı zaman üzerine su serpiştirip biraz bekletilerek yumuşaması sağlanır. Yemeye hazır hale gelen yufka, öylece yenilebildiği gibi, dürüm olarak ya da çeşitli yemek malzemesi olarak da kullanılabilir. Yaz sıcağında ve ağır tarım işlerinin yapıldığı sırada yufka ekmeği diğerlerine tercih edilir. Çökelekli dürüm, göğ soğanlı ve kaynamış yumurtalı dürüm, kavurmalı (sızgıt) dürüm, Bazlama ise, saç üzerinde veya fırınlı sobalarda genellikle mayalı olarak pişirilir. Köyde evlerde sık sık bazlamalar yapılır. |
PEKMEZ ve SALÇA YAPIMI Salça Özellikle domatesin çeşitli metodlarla koyulaştırılmış özüdür. Yemeklere lezzet ve kıvam vermek, yemeklerin gıda değerini arttırmak için kullanılır. Salça yapımında kullanılacak domates, ince kabuklu, etli, oldukça kırmızı, olgun olmalıdır. Suyu sızdırılan domates ezmesi, kalaylı kazanlara konur. Ateşte pişirilerek yoğurt kıvamına gelinceye kadar pişirmeye devam edilir. Tahta kaşıkla devamlı karıştırılır. Hazırlanan salça, saklanacağı kaplara konur. Üzerine zeytinyağı dökülür. Böylece küf zararından korunmuş olur. Köyde pekmez deyince akla, üzümden yapılan gelir. Pekmez yapmak için, üzüm temizlendikten sonra beton şiranelerde çiğnenir. Süzülerek alınan şıranın gerisinde kalan kısım telis çuvallara konarak iyice süzülür. Böylece üzümden şıra tamâmen ayrılmış olur. Bu usullerle elde edilen şıra büyük kazanlara doldurulur. Kaynama sırasında koyulaştırmayı çabuklaştırmak ve şekerlenmeyi önlemek için kazanlardaki şıra içine kil ve kireç karışımından meydana gelen pekmez toprağı atılarak iyice karıştırılır. Daha sonra içerisinde şıra bulunan kazanlar hızlı halde yanan ateşin üzerine konur, iyice kaynatılır. Kazanların kaynatma sırasında ağızlarının kapalı olmamasına dikkat edilmelidir. |
yarmalı tarhana ve bulgur
TARHANA YAPIMI
Buğday dövülerek kepeği alınır. Kepeği çıkartılmış yarma (döğme) hanımlar tarafından kaynatılıp, pişirilir. Pişirilen yarma temiz bir bez üzerine alınır. İçerisine yoğurt ve nane türü baharatlar katılmış mayalı hamur ile iyice karıştırılır ve bir gece mayalanmaya bırakılır.
İkinci günü hanımlarca avuç içi kadar alınıp şekil verilerek bez ve buğday sapları üzerine serilerek güneşte kurumaya bırakılır. Tarhana yapımı böylece tamamlanmış olur.
Genellikle kış mevsimi ( diğer mevsimlerde ender olur.) tarhana çorbası yapılarak içilir. Pişirilen çorbanın üzerine sade yağla (tereyağı) anık isteğe göre kavurma kızartılarak dökülür. Bunun tadı bir başkadır. Çorba içine istenilirse şeker pancarı da dilimlenerek konulabilir
BULGUR
İri taneli buydağdan (Sarıbursa- Kunduru denilen ) ailenin ihtiyacına göre 6-12-18 ölçek(kırat) bulgur yaparlar.
Buğday kaynatılıp kurutulduktan sonra; 1980 yılı öncesinde taş sokularda ve 3-4 kişinin ellerinde ki ağaç tokmaklarla döğerek kepeğini ayırdıkları bulgur, daha sonraları atların dönderdiği taş değirmenlerinde ( mansere ), günümüzde ise sanayi değirmenlerinde yine döğülerek çeşitli cinslerine ayrılır. Daha sonra kepeği alınmış bulunan bu bulgur evlerdeki el taşı denilen ve hanımların el yordamıyla çevirdiği küçük değirmende ufaltılıp, elenerek baş, orta, ve simit(ince) denilen bulgur türlerine dönüşürdü. Günümüzde bu işlemlerin hepsi Elektrikle çalışan bulgur değirmenlerinde yapılmaktadır. Gelir düzeyi yükselmiş olduğundan bulgur, eskiden olduğu gibi artık fazlaca yapılmamaktadır.
Buğday dövülerek kepeği alınır. Kepeği çıkartılmış yarma (döğme) hanımlar tarafından kaynatılıp, pişirilir. Pişirilen yarma temiz bir bez üzerine alınır. İçerisine yoğurt ve nane türü baharatlar katılmış mayalı hamur ile iyice karıştırılır ve bir gece mayalanmaya bırakılır.
İkinci günü hanımlarca avuç içi kadar alınıp şekil verilerek bez ve buğday sapları üzerine serilerek güneşte kurumaya bırakılır. Tarhana yapımı böylece tamamlanmış olur.
Genellikle kış mevsimi ( diğer mevsimlerde ender olur.) tarhana çorbası yapılarak içilir. Pişirilen çorbanın üzerine sade yağla (tereyağı) anık isteğe göre kavurma kızartılarak dökülür. Bunun tadı bir başkadır. Çorba içine istenilirse şeker pancarı da dilimlenerek konulabilir
BULGUR
İri taneli buydağdan (Sarıbursa- Kunduru denilen ) ailenin ihtiyacına göre 6-12-18 ölçek(kırat) bulgur yaparlar.
Buğday kaynatılıp kurutulduktan sonra; 1980 yılı öncesinde taş sokularda ve 3-4 kişinin ellerinde ki ağaç tokmaklarla döğerek kepeğini ayırdıkları bulgur, daha sonraları atların dönderdiği taş değirmenlerinde ( mansere ), günümüzde ise sanayi değirmenlerinde yine döğülerek çeşitli cinslerine ayrılır. Daha sonra kepeği alınmış bulunan bu bulgur evlerdeki el taşı denilen ve hanımların el yordamıyla çevirdiği küçük değirmende ufaltılıp, elenerek baş, orta, ve simit(ince) denilen bulgur türlerine dönüşürdü. Günümüzde bu işlemlerin hepsi Elektrikle çalışan bulgur değirmenlerinde yapılmaktadır. Gelir düzeyi yükselmiş olduğundan bulgur, eskiden olduğu gibi artık fazlaca yapılmamaktadır.
ARDANUÇ KIŞ HAZIRLIKLARI
Kış için yapılan hazırlıklar
I. Tahıl ve meyvelerden yapılanlar
1. Dink (dibek) dövmek: Buğday, bulgur yap-
mak için yıkandıktan sonra kazanlarda pişirilir. Mı-
sırın poçosundan (koçanın kabuğu) tezgâhta örülen
hasırlara dökülerek kurutulur. Buğdayın iyisinden
gendimelik (yarma) hazırlanır. Bunlar dövülüp ka-
buğunun alınması için su değirmenine götürülür.
Direğe bağlı taşın geçeceği yere pişmiş buğday se-
rilir. Birkaç kişi etrafında oturur. Taş döndükçe elle-
rindeki ağaç parçasıyla buğday karıştırılır. Kabukları
çıkınca toplanır. Değirmenci hak olarak bir teneke
buğday veya bulgurdan yarım kotik ( 1 kg. ölçü kabı)
hak alır. Aynı şekilde gendimelik buğday da dövülür.
Rüzgârda kalburlarla havalandırılarak kabuklarından
ayıklanır, yıkanıp kurutulur. Bulgur bir miktarı taşla-
rından ayıklanarak el değirmeninde öğütülür. Bunlar
günümüzde yapılmamaktadır. Eskiden köylerde pi-
rinç tüketilmezmiş.
2. Pekmez: Eskiden üzümden yapılırdı. Günü-
müzde daha ziyade duttan yapılmaktadır. Bazı köy-
lerde elma ve eriği karıştırarak yapanlar da var. Dut
ağacının altına cecimler serilerek dutlar silkelenir.
Seçildikten sonra bakır kazanda ateşte pişirilip kü-
ründe (ahşap yalak) süzülür. Teşt denen bakır le-
ğende pişirilir. Duttun pişmiş posasına çaça denir.
Kurutularak kışın hayvan yiyeceği olarak kullanılır.
İnsanların beslenme kaynağının başında gelirmiş.
İçine süzme, tereyağı konularak tüketilir. Üstüne te-
reyağı eritilip dökülerek de yenir. Buna da zürbiyet
denir. Pekmez ve hasuta denilen tatlı ile aşure ve
un helvası yapılırken kullanılır.
3. Pestil: Şıranın içine un katılarak ateşte pişiri-
lir. Buna maluz derler. 25 cm. eninde iki üç metre
uzunluğunda tahtalara dökülerek kurutulur. Demir
eğişle kaldırılır. Kışın misafirlere cevizle ikram edilir.
4. Küme: Önceden ipe dizilmiş olan cevizler,
üzüm, elma veya duttan yapılmış maluzun içine ba-
tırılarak kurutulur.
5. Ekşi (Kızılcık pestili): Kızılcıklar çiğ veya pişiri-
lerek kalburdan geçirilir, ezilir. Posası ve çekirdekleri
atılır. Kalanlar tahtalara dökülür. Kolay kalkması için
birkaç gün sonra kızılcık ezilerek üzerine dökülür.
Bu işleme yüzlemek denir. Kaldırılıp kışın kullanılır.
Ardahan tarafına götürülüp satılır.
6. Korux: Kızılcıklar pişirilip suyu alınır. Ateşte
kaynatılır. Kalınlaşınca indirilir. Yemeklerin yanında
açılarak içecek olarak tüketilir. Çayın pek yaygın ol-
madığı yıllarda içecek olarak da tüketilirmiş.
7. Mürebbe: Pişirilen erikler ezilerek çekirdeği
ve posası alınır. Ateşe konur. Katı bir hâl alır. Ezile-
rek veya ezilmeden tüketilir.
8. Kızılcık reçeli: Kızılcıklar pişirilerek suyu alı-
nır. Teştte ateşe oturtulur. İçine şeker ve kızılcık ta-
neleri konur.
9. Kâx: Elma veya armutlar kesilerek kurutulur.
Sonradan bölgede yetiştirilmeye başlanan Trabzon
hurması da bu şekilde kurutulur. Kışın hoşaf ve çe-
rez olarak tüketilir.
10. Erik açması: Cançur ve güz eriğinin çekir-
dekleri alınarak tahtalar üzerinde kurutulur. Kaysefe
denen yemeği de yapılır. Pişirilen erikler bir tabağa
alınır. Pekmez veya şeker konur. Üzerine ceviz içi ve
eritilmiş tereyağı dökülür.
11. Furuç: Armut veya panta denilen yaban
armudunun kurutulmasıyla elde edilir. Furuç çerez
olarak tüketildiği gibi, hoşafı da olur. Buğday karıştı-
rılarak fırında pişer. Maçula denilen küçük su değir-
menlerinde öğütülür. Pekmeze katılarak yenir.
12. Sarol ekşisi: Yaban eriğine sarol denir. Pi-
şirilip süzülür, pestili de yapılır mürebbesi de. Pes-
til kırık çıkıklara ve diken batmasına iyi gelir. Hasta
hayvanlara da suyu içirilirmiş.
13. Puçuko: Taze fasulyelerin kırılıp kurutulma-
sıyla elde edilir. Daha sonra yemeği yapılır. Puçu-
ko, içine yarma konularak pişirilir. Soğan, yağ ve
salçadan oluşan anıh yakılarak içine katılır. Lor ve
sarımsaklı sos eklenerek yenir.
14. Konserve: 1980’li yılların başında Tarım
Bakanlığı tarafından köylüye öğretilmiş, zaman-
la yaygınlaşmıştır. Cam kavanozların içine fasulye,
patlıcan, biber, domates konularak yapılır.
15. Dut kurusu: Dibine dökülen dutlar kuru-
maya yüz tutunca çamişlanmış denir ve toplanarak
kurutulur.
16. Kuş burnu: Son yıllarda toplanıp yapılmaya
başlanan bir yiyecektir. Kuşburnu temizlenip ateşte
pişer. Birkaç kere elekten geçirilir. İçine şeker konu-
larak da pişirilir.
17. Makval (Böğürtlen) reçeli: Son yıllarda ya-
pılmaya başlandı. Toplanan böğürtlenler bir kaba
konur. Bir miktar su ve şeker eklenerek pişirilir.
18. Ceviz: İlçemizin yüksek birkaç köyü haricin-
de hemen her köyde yetişir. Ceviz ağaçları kesilip
satıldığından yaşlı ağaçlar azdır. Küçük çapta da
olsa satılır. Cevizler olgunlaştığı vakit sırıkla dökü-
lür. Cevizin yeşil kabuğuna sengo denir. Ayıklanmış
hâline kakal. İçi zor açılanlara kirkit denir. Temizlen-
miş cevizler güneşte kurutulur.
19. Kabak: Kabaklar olgunlaştıktan sonra top-
lanır. Kışın yemeği yapılır. Fırında pişirilerek de tü-
ketilir.
20. Asma yaprağı: Yapraklar toplanır, salamura
yapılır. Ayrıca tuzlayıp kurutularak da yemeği yapılır.
21. Kartopi (Patates): Yüksek köylerde bol mik-
tarda ekilir. Topraktan çıkarılan patateslerin uzun
süre kalması için kuy kazılır. Üstü tahtalarla örtülür.
Üzerine toprak dökülür.
Kışın ve baharın çıkarılarak kullanılır. Patatesler
dışarıda kaldığında çimlenir, buna cillenme denir.
Yemeği yapıldığı gibi fırında veya suda haşlanarak
da yenir. Yerli tohumla yetiştirilen patatesler beyaz
ve pişince içi dağılan cinstendi.
II. Lazuttan yapılan yiyecekler
Mısıra bölgede lazut denir. Eskiden çok miktarda
ekilirmiş. Vurma yasağı olmadığından ayılar köylüye
fazla zarar veremezmiş. Köylüler, tarlaların başında
kox denilen ahşap kulübelerde bekler, ateş yakar-
larmış. Ayrıca suyla dönen bir çark üzerindeki kolun
tenekeye dokunmasıyla çıkan ses, tarlaları ayı ve
yaban domuzlarına karşı korurmuş. Bu düzeneğe
taktak denirmiş.
Mısırlar olgunlaştıktan sonra kesilir. Kurumuş
mısır bitkisine çala denir. Kotoş denilen koçanları
toplanır. Komşuların da yardımıyla koçanlar soyulur.
İkişer koçan bağlanıp balkonlara asılarak kurutulur.
Daha sonra taneler koçandan ufalanarak ayrılır, de-
ğirmende öğütülür.
1. Cadi: Mısır unundan yapılan ekmeğe cadi
denilir. Cadi yağlı veya yavan olabilir.
2. Dögmaç: Cadi, bir kapta lokmalar halinde
doğranır. Üzerine eritilmiş zeytinyağı dökülerek ye-
nir.
3. Hedik: Kurumuş mısır taneleri suda pişer.
İçine ceviz içi konarak yenir.
4. Haşil: Mısırlar, değirmende undan kaba bir
şekilde öğütülür, suda pişirilir, tepsiye dökülür, bir
miktar süt katılarak yenir. Süt, ayran ve yağla da
yenir.
5. Pancar: Dağlarda yetişen yapraklı bir bitkidir.
Taze olarak yemeği yapıldığı gibi kurutularak da kı-
şın yemeği yapılır. Kurutulmuş pancar suda pişirilir.
Gorcola peyniriyle un katılıp karıştırılır. Soğanda çiğ
olarak bırakılır.
III: Sütten yapılanlar
Genel olarak süt mamullerine ağarti denir. Dağ
köylerde hayvancılık bol olduğu için beslenme de
süt ürünlerine dayanır. Yaylada süt mamullerini ya-
pan kadınlara şaşort denir. İne-
ğin doğumunu müteakip sağılan
ilk süte de ağız denir. Başlıca süt
ürünleri şunlardır:
1. Çeçil peyniri: Süt, maki-
neye çekilerek yağından ayrılır. Bir
gün önce sağılan sütle karıştırılır.
Ateşte ısıtılıp maya verilir. Süt pıh-
tılaşınca altına ateş verilir. Peynir
yoğrularak yuvarlak şekiller verilir.
Buna da gilik denir. Bu peynir ufa-
lanarak eskiden güveçlere şimdi
bidonlara tepilir. İçine çuma katı-
larak tepilenler de olur.
2. Gorcola peyniri: Süt ma-
kineye vurularak yağından ayrıştı-
rılır. İki gün beklenerek ekşitilir. İçine taze süt de
katılır. Büyük bir tencereyle veya kazanla ateşe ko-
nur. Bir müddet sonra indirilir. Torbaya doldurulur.
Üzerine taş konularak süzülür. Bu peynir ufalanarak
tuzlanır.
3. Lor: Ardanuç çorbalarının vazgeçilmez be-
sin kaynağıdır. Divanü Lugati’t-Türk’de adı geçen
ve Ahıska bölgesinde yapılan tutmaç aşı çorbasına
katılır. Doğu Türkistan’da, Güney Azerbeycan’da da
yapılan umaç aşına ve Kalaç Türklerinin kalıntısı ol-
duğu düşünülen Kalaç aşına da katılırç Yoğurtlar bir
kapta mayalanır. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Ayran
kazanında ılıtılır. Torbaya konularak süzülür. Tuz katı-
lır, kaba konur. Daha sonra çorbalara katılır. Ekşimsi
tadı olur; buna da şor tadı var derler.
4. Çuma: Makineye vurulmuş süt bir kapta bi-
riktirilir. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Kalan süt kazan-
da kaynatılır. Torbaya dökülerek süzülür. Tuzlanarak
tüketilir. Buna çökelek de denir.
Peynir mayasının hazırlanışı
Ardanuç yöresinde maya hazır-
lanmasıyla ilgili olarak üç hanım,
üç ayrı tarif vermektedir.
1. Annesinden süt emen yirmi
günlük oğlak kesilir. Midesi çıkarı-
lır. İçinde kalan süt parçaları alınır.
Mide yıkanıp temizlenir. Midenin
içerisine süt doldurulur. Altı bağla-
nır. Mideden çıkarılan kalınlaşmış
süt tekrar içine konur. Tuz da atıla-
rak güneşte kurutulur. On beş gün
sonra maya olur. Midedeki süt
kalıp gibi olur. Kesilerek bir şişeye
konur. İçine bir kaşık tuz ve peynir
suyu olan şırat konur. On beş gün
sonra maya olur. Günümüzde ise hazır mayalar kul-
lanılmaktadır (Mukaddes Dinçer-Yolağzı Köyü).
2. Yoğurt bir torbaya dökülerek süzülür. Çıkan
suyu saklanır. Buna şırat denir. Şırat, güvece veya
kavanoza konulur. İçine altın şebi (şap), tuz, işkem-
benin yanında bulunan halk dilinde maya adı verilen
et parçası alınıp yıkanarak kaba atılır. Ayrıca dere
kenarlarında biten ve ip şeklinde damarları olan hal-
kın singilli ot (geniş yapraklı sinir otu) dediği bitkinin
kökü de çıkartılarak kaba atılır. Bu maya hemen de
kullanılabilir (Emine Gündüz-Bereket Köyü).
3. Süt emen oğlaklar kesilir. Midesindeki kalınla-
şan süt parçaları alınır. Bir şişeye sarol ekşisi, gen-
dime (yarma), fasulye, altın şebi konulup ekşimesi
beklenir. Daha sonra kullanılır (Livaza Aksu-Akarsu
Köyü).
Ardanuç’ta yakacaklar: Birkaç köyün haricin-
de köylerde orman bulunduğu için yakacak olarak
odun kullanılır. Halk, ormanı korur, tahribat yapmaz.
Şimdiye kadar bölgede orman yangını çıkmamıştır.
Ne yazık ki bölgede ormanlara zararı, çok kesim
yapmasıyla Orman İşletmesi’nin verdiğine inanılır.
Orman İşletmesi’nin izin verdiği günlerde halk kışlık
ihtiyacını kesip getirir. Rus esareti zamanında köylü-
ler, ilçe merkezinde oturan Ermenilere odun satar-
mış. Eskiden soba yokmuş, ocakta yanan odun ate-
şiyle ısınırmışlar. Kolay kolay kibrit bulunmadığından
ateşi küle körleyerek saklarmışlar. Ağaçlardan olan
kavdan da ateş olurmuş.
Pelit (meşe) ağacının dalları kesilerek kurutulur.
Kışın dalları temizlenerek hayvanlara yem olarak
verilir. Yabani olarak tabiatta bulunan geven bitkisi
kesilir, kökleri dövülerek hayvanlara yedirilir.
I. Tahıl ve meyvelerden yapılanlar
1. Dink (dibek) dövmek: Buğday, bulgur yap-
mak için yıkandıktan sonra kazanlarda pişirilir. Mı-
sırın poçosundan (koçanın kabuğu) tezgâhta örülen
hasırlara dökülerek kurutulur. Buğdayın iyisinden
gendimelik (yarma) hazırlanır. Bunlar dövülüp ka-
buğunun alınması için su değirmenine götürülür.
Direğe bağlı taşın geçeceği yere pişmiş buğday se-
rilir. Birkaç kişi etrafında oturur. Taş döndükçe elle-
rindeki ağaç parçasıyla buğday karıştırılır. Kabukları
çıkınca toplanır. Değirmenci hak olarak bir teneke
buğday veya bulgurdan yarım kotik ( 1 kg. ölçü kabı)
hak alır. Aynı şekilde gendimelik buğday da dövülür.
Rüzgârda kalburlarla havalandırılarak kabuklarından
ayıklanır, yıkanıp kurutulur. Bulgur bir miktarı taşla-
rından ayıklanarak el değirmeninde öğütülür. Bunlar
günümüzde yapılmamaktadır. Eskiden köylerde pi-
rinç tüketilmezmiş.
2. Pekmez: Eskiden üzümden yapılırdı. Günü-
müzde daha ziyade duttan yapılmaktadır. Bazı köy-
lerde elma ve eriği karıştırarak yapanlar da var. Dut
ağacının altına cecimler serilerek dutlar silkelenir.
Seçildikten sonra bakır kazanda ateşte pişirilip kü-
ründe (ahşap yalak) süzülür. Teşt denen bakır le-
ğende pişirilir. Duttun pişmiş posasına çaça denir.
Kurutularak kışın hayvan yiyeceği olarak kullanılır.
İnsanların beslenme kaynağının başında gelirmiş.
İçine süzme, tereyağı konularak tüketilir. Üstüne te-
reyağı eritilip dökülerek de yenir. Buna da zürbiyet
denir. Pekmez ve hasuta denilen tatlı ile aşure ve
un helvası yapılırken kullanılır.
3. Pestil: Şıranın içine un katılarak ateşte pişiri-
lir. Buna maluz derler. 25 cm. eninde iki üç metre
uzunluğunda tahtalara dökülerek kurutulur. Demir
eğişle kaldırılır. Kışın misafirlere cevizle ikram edilir.
4. Küme: Önceden ipe dizilmiş olan cevizler,
üzüm, elma veya duttan yapılmış maluzun içine ba-
tırılarak kurutulur.
5. Ekşi (Kızılcık pestili): Kızılcıklar çiğ veya pişiri-
lerek kalburdan geçirilir, ezilir. Posası ve çekirdekleri
atılır. Kalanlar tahtalara dökülür. Kolay kalkması için
birkaç gün sonra kızılcık ezilerek üzerine dökülür.
Bu işleme yüzlemek denir. Kaldırılıp kışın kullanılır.
Ardahan tarafına götürülüp satılır.
6. Korux: Kızılcıklar pişirilip suyu alınır. Ateşte
kaynatılır. Kalınlaşınca indirilir. Yemeklerin yanında
açılarak içecek olarak tüketilir. Çayın pek yaygın ol-
madığı yıllarda içecek olarak da tüketilirmiş.
7. Mürebbe: Pişirilen erikler ezilerek çekirdeği
ve posası alınır. Ateşe konur. Katı bir hâl alır. Ezile-
rek veya ezilmeden tüketilir.
8. Kızılcık reçeli: Kızılcıklar pişirilerek suyu alı-
nır. Teştte ateşe oturtulur. İçine şeker ve kızılcık ta-
neleri konur.
9. Kâx: Elma veya armutlar kesilerek kurutulur.
Sonradan bölgede yetiştirilmeye başlanan Trabzon
hurması da bu şekilde kurutulur. Kışın hoşaf ve çe-
rez olarak tüketilir.
10. Erik açması: Cançur ve güz eriğinin çekir-
dekleri alınarak tahtalar üzerinde kurutulur. Kaysefe
denen yemeği de yapılır. Pişirilen erikler bir tabağa
alınır. Pekmez veya şeker konur. Üzerine ceviz içi ve
eritilmiş tereyağı dökülür.
11. Furuç: Armut veya panta denilen yaban
armudunun kurutulmasıyla elde edilir. Furuç çerez
olarak tüketildiği gibi, hoşafı da olur. Buğday karıştı-
rılarak fırında pişer. Maçula denilen küçük su değir-
menlerinde öğütülür. Pekmeze katılarak yenir.
12. Sarol ekşisi: Yaban eriğine sarol denir. Pi-
şirilip süzülür, pestili de yapılır mürebbesi de. Pes-
til kırık çıkıklara ve diken batmasına iyi gelir. Hasta
hayvanlara da suyu içirilirmiş.
13. Puçuko: Taze fasulyelerin kırılıp kurutulma-
sıyla elde edilir. Daha sonra yemeği yapılır. Puçu-
ko, içine yarma konularak pişirilir. Soğan, yağ ve
salçadan oluşan anıh yakılarak içine katılır. Lor ve
sarımsaklı sos eklenerek yenir.
14. Konserve: 1980’li yılların başında Tarım
Bakanlığı tarafından köylüye öğretilmiş, zaman-
la yaygınlaşmıştır. Cam kavanozların içine fasulye,
patlıcan, biber, domates konularak yapılır.
15. Dut kurusu: Dibine dökülen dutlar kuru-
maya yüz tutunca çamişlanmış denir ve toplanarak
kurutulur.
16. Kuş burnu: Son yıllarda toplanıp yapılmaya
başlanan bir yiyecektir. Kuşburnu temizlenip ateşte
pişer. Birkaç kere elekten geçirilir. İçine şeker konu-
larak da pişirilir.
17. Makval (Böğürtlen) reçeli: Son yıllarda ya-
pılmaya başlandı. Toplanan böğürtlenler bir kaba
konur. Bir miktar su ve şeker eklenerek pişirilir.
18. Ceviz: İlçemizin yüksek birkaç köyü haricin-
de hemen her köyde yetişir. Ceviz ağaçları kesilip
satıldığından yaşlı ağaçlar azdır. Küçük çapta da
olsa satılır. Cevizler olgunlaştığı vakit sırıkla dökü-
lür. Cevizin yeşil kabuğuna sengo denir. Ayıklanmış
hâline kakal. İçi zor açılanlara kirkit denir. Temizlen-
miş cevizler güneşte kurutulur.
19. Kabak: Kabaklar olgunlaştıktan sonra top-
lanır. Kışın yemeği yapılır. Fırında pişirilerek de tü-
ketilir.
20. Asma yaprağı: Yapraklar toplanır, salamura
yapılır. Ayrıca tuzlayıp kurutularak da yemeği yapılır.
21. Kartopi (Patates): Yüksek köylerde bol mik-
tarda ekilir. Topraktan çıkarılan patateslerin uzun
süre kalması için kuy kazılır. Üstü tahtalarla örtülür.
Üzerine toprak dökülür.
Kışın ve baharın çıkarılarak kullanılır. Patatesler
dışarıda kaldığında çimlenir, buna cillenme denir.
Yemeği yapıldığı gibi fırında veya suda haşlanarak
da yenir. Yerli tohumla yetiştirilen patatesler beyaz
ve pişince içi dağılan cinstendi.
II. Lazuttan yapılan yiyecekler
Mısıra bölgede lazut denir. Eskiden çok miktarda
ekilirmiş. Vurma yasağı olmadığından ayılar köylüye
fazla zarar veremezmiş. Köylüler, tarlaların başında
kox denilen ahşap kulübelerde bekler, ateş yakar-
larmış. Ayrıca suyla dönen bir çark üzerindeki kolun
tenekeye dokunmasıyla çıkan ses, tarlaları ayı ve
yaban domuzlarına karşı korurmuş. Bu düzeneğe
taktak denirmiş.
Mısırlar olgunlaştıktan sonra kesilir. Kurumuş
mısır bitkisine çala denir. Kotoş denilen koçanları
toplanır. Komşuların da yardımıyla koçanlar soyulur.
İkişer koçan bağlanıp balkonlara asılarak kurutulur.
Daha sonra taneler koçandan ufalanarak ayrılır, de-
ğirmende öğütülür.
1. Cadi: Mısır unundan yapılan ekmeğe cadi
denilir. Cadi yağlı veya yavan olabilir.
2. Dögmaç: Cadi, bir kapta lokmalar halinde
doğranır. Üzerine eritilmiş zeytinyağı dökülerek ye-
nir.
3. Hedik: Kurumuş mısır taneleri suda pişer.
İçine ceviz içi konarak yenir.
4. Haşil: Mısırlar, değirmende undan kaba bir
şekilde öğütülür, suda pişirilir, tepsiye dökülür, bir
miktar süt katılarak yenir. Süt, ayran ve yağla da
yenir.
5. Pancar: Dağlarda yetişen yapraklı bir bitkidir.
Taze olarak yemeği yapıldığı gibi kurutularak da kı-
şın yemeği yapılır. Kurutulmuş pancar suda pişirilir.
Gorcola peyniriyle un katılıp karıştırılır. Soğanda çiğ
olarak bırakılır.
III: Sütten yapılanlar
Genel olarak süt mamullerine ağarti denir. Dağ
köylerde hayvancılık bol olduğu için beslenme de
süt ürünlerine dayanır. Yaylada süt mamullerini ya-
pan kadınlara şaşort denir. İne-
ğin doğumunu müteakip sağılan
ilk süte de ağız denir. Başlıca süt
ürünleri şunlardır:
1. Çeçil peyniri: Süt, maki-
neye çekilerek yağından ayrılır. Bir
gün önce sağılan sütle karıştırılır.
Ateşte ısıtılıp maya verilir. Süt pıh-
tılaşınca altına ateş verilir. Peynir
yoğrularak yuvarlak şekiller verilir.
Buna da gilik denir. Bu peynir ufa-
lanarak eskiden güveçlere şimdi
bidonlara tepilir. İçine çuma katı-
larak tepilenler de olur.
2. Gorcola peyniri: Süt ma-
kineye vurularak yağından ayrıştı-
rılır. İki gün beklenerek ekşitilir. İçine taze süt de
katılır. Büyük bir tencereyle veya kazanla ateşe ko-
nur. Bir müddet sonra indirilir. Torbaya doldurulur.
Üzerine taş konularak süzülür. Bu peynir ufalanarak
tuzlanır.
3. Lor: Ardanuç çorbalarının vazgeçilmez be-
sin kaynağıdır. Divanü Lugati’t-Türk’de adı geçen
ve Ahıska bölgesinde yapılan tutmaç aşı çorbasına
katılır. Doğu Türkistan’da, Güney Azerbeycan’da da
yapılan umaç aşına ve Kalaç Türklerinin kalıntısı ol-
duğu düşünülen Kalaç aşına da katılırç Yoğurtlar bir
kapta mayalanır. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Ayran
kazanında ılıtılır. Torbaya konularak süzülür. Tuz katı-
lır, kaba konur. Daha sonra çorbalara katılır. Ekşimsi
tadı olur; buna da şor tadı var derler.
4. Çuma: Makineye vurulmuş süt bir kapta bi-
riktirilir. Yayıkta yayılarak yağı alınır. Kalan süt kazan-
da kaynatılır. Torbaya dökülerek süzülür. Tuzlanarak
tüketilir. Buna çökelek de denir.
Peynir mayasının hazırlanışı
Ardanuç yöresinde maya hazır-
lanmasıyla ilgili olarak üç hanım,
üç ayrı tarif vermektedir.
1. Annesinden süt emen yirmi
günlük oğlak kesilir. Midesi çıkarı-
lır. İçinde kalan süt parçaları alınır.
Mide yıkanıp temizlenir. Midenin
içerisine süt doldurulur. Altı bağla-
nır. Mideden çıkarılan kalınlaşmış
süt tekrar içine konur. Tuz da atıla-
rak güneşte kurutulur. On beş gün
sonra maya olur. Midedeki süt
kalıp gibi olur. Kesilerek bir şişeye
konur. İçine bir kaşık tuz ve peynir
suyu olan şırat konur. On beş gün
sonra maya olur. Günümüzde ise hazır mayalar kul-
lanılmaktadır (Mukaddes Dinçer-Yolağzı Köyü).
2. Yoğurt bir torbaya dökülerek süzülür. Çıkan
suyu saklanır. Buna şırat denir. Şırat, güvece veya
kavanoza konulur. İçine altın şebi (şap), tuz, işkem-
benin yanında bulunan halk dilinde maya adı verilen
et parçası alınıp yıkanarak kaba atılır. Ayrıca dere
kenarlarında biten ve ip şeklinde damarları olan hal-
kın singilli ot (geniş yapraklı sinir otu) dediği bitkinin
kökü de çıkartılarak kaba atılır. Bu maya hemen de
kullanılabilir (Emine Gündüz-Bereket Köyü).
3. Süt emen oğlaklar kesilir. Midesindeki kalınla-
şan süt parçaları alınır. Bir şişeye sarol ekşisi, gen-
dime (yarma), fasulye, altın şebi konulup ekşimesi
beklenir. Daha sonra kullanılır (Livaza Aksu-Akarsu
Köyü).
Ardanuç’ta yakacaklar: Birkaç köyün haricin-
de köylerde orman bulunduğu için yakacak olarak
odun kullanılır. Halk, ormanı korur, tahribat yapmaz.
Şimdiye kadar bölgede orman yangını çıkmamıştır.
Ne yazık ki bölgede ormanlara zararı, çok kesim
yapmasıyla Orman İşletmesi’nin verdiğine inanılır.
Orman İşletmesi’nin izin verdiği günlerde halk kışlık
ihtiyacını kesip getirir. Rus esareti zamanında köylü-
ler, ilçe merkezinde oturan Ermenilere odun satar-
mış. Eskiden soba yokmuş, ocakta yanan odun ate-
şiyle ısınırmışlar. Kolay kolay kibrit bulunmadığından
ateşi küle körleyerek saklarmışlar. Ağaçlardan olan
kavdan da ateş olurmuş.
Pelit (meşe) ağacının dalları kesilerek kurutulur.
Kışın dalları temizlenerek hayvanlara yem olarak
verilir. Yabani olarak tabiatta bulunan geven bitkisi
kesilir, kökleri dövülerek hayvanlara yedirilir.
BEZ TORBALARDA TOKAT SUCUĞU
Annem sucuğu bez torbalara doldururdu, gölgede asılı olarak kuruturduk, çok güzel olurdu. Ama yapılışı hakkında bir bilgim yok maalesef. Aklımda kalan; sucuk harcı hazırlanırdı, işte burada harca neler katılırdı hiç bilgim yok, ama saatlerce yorğrulduğunu, bir gece dinlendirildikten sonra yine uzun müddet yoğurulduğunu hatırlıyorum, bir kısmı sucuk köfte olarak tüketilmek üzere ayrılır, kalanı kasaba önceden dikilmiş bezlere doldurulmak üzere gönderilirdi.
Bezlerin cinsini bilmem ama, çarşaf gibi büyük bezleri boydan boya yaklaşık 5-6 cm. eninde katlar, kenarlarından makinada diker, yaklaşık 50cm. boyunda keserek, bir uçlarını da dikerdi. Kasap da, bu bez torbalara, kıyma makinasının ağzına boru gibi bir aparat takarak, bezi bir yandan ters yüz ederken, bir yandan sıkı sıkı harcı doldururdu.
Dolan torbaların ağızları bağlanır, eve gelince de bir leğenin içerisine üst üste istiflenerek, üzerlerine bir ağırlık konurdu. Bu ağırlık sayesinde, harcın kalan suyu akarken, sucuk torbaları da şekillenir, yaklaşık 1,5-2 cm kalınlığında, 4-5 cm eninde sucuklar meydana çıkardı Dediğim gibi onlarda gölge ve serin bir yere asılarak bir müddet kurutulurdu (ki bu bize yıllar gibi gelirdi sabırsızlıktan ).
Küflenme, bozulma falan olmazdı da bir müddet sonra (3-4 ay kadar sanırım) çok kurur ve çok zor kesebilirdik. O zamanlar buzdolabı falan da yoktu, yeteri kadar kuruyunca tel dolapta saklanırdı.
Bağırsak veya bez kullanılmasının asıl amacı geçirgen olması sanırım, buzdolabı poşetinin bu iş için uygun olduğunu sanmıyorum.
Tokat, Turhal Bez Sucuk
(EIbiseli Sucuk)
Kullanılacak Malzemeler
800 gr dana eti
200 gr koyun eti
130 gr kuyruk yağı 1/4 gr kırmızı biber
O /5 gr karabiber
4/5 gr tuz
1 gr kimyon
1 gr yenibahar
1 gr tarçın
1 gr karanfil
3 diş sarımsak
Bez torba (25 cm-8 cm 5 adet) boyasız beyaz bez
Yapılışı
Et kuşbaşı doğranarak baharatın içerisinde bir gün süreyle buz dolabında bekletilir. Daha sonra çekilerek kıyma haline getirilir. Kıyma haline getirilmiş iç hazırlanan bez torbalara bir huni yardımıyla doldurulur. Daha sonra bir merdane yardımıyla içinde hava kalmayacak şekilde üzeri düzeltilir.
Ağzı sıkıca bağlanan torbalar rüzgar alabilecek bir yere asılarak beş gün kurumaya bırakılır. Beşinci günün sonunda tekrar merdanelenip iki gün daha asılır.
Bu yedi günlük süre içerisinde baharatını alan etin rüzgarında yardımı ile içerisindeki suyu çekilmiş olur. Sucuk kendine has lezzeti ile yemeğe hazır olur.
Kaynak: Turhal yemekleri.
Not: Halen Tokat'ta bu sucuk satılmaktadır, giden gelenlerden israrla isteyiniz
Bir zamanlar çoban sucuklarının reklamı; ev sucuğunu aratmıyormuş
1887 de doğan AŞIKBABA Cumhuriyet dönemi halk ozanıdır. Asıl adı Mustafa olan Aşıkbaba 12 yıl askerlik yapmış,3 tezkere alarak gazi olarak dönmüştür. Soyadı kanunu ile İçeloğlu soyadını almıştır.1925 yılında sulu sokak semtinde açtığı Et, sucuk, pastırma satışı ve imalatı ile ticaret hayatına başlamış,1960 lı yıllarda babadan oğla devam eden, öğrendiği imalatı oğluna devretmiştir.
Mermerşahi denilen bezler kesilip dikilerek ambalaj malzemesi haline getirilir. % 100 dana etinden hazırladığımız sucuk hamuru bez torbalara doldurulup ağız kısımları klipslenir. Klima tik kurutma odalarına alınan sucuklar yaklaşık 10-12 güne yakın bir zaman sürecinde kurutma işlemi gerçekleştikten sonra geleneksel tat fermente sucuk olarak vakumlanarak satışa çıkarılmaktadır.
Eklenen Resimler
Bezlerin cinsini bilmem ama, çarşaf gibi büyük bezleri boydan boya yaklaşık 5-6 cm. eninde katlar, kenarlarından makinada diker, yaklaşık 50cm. boyunda keserek, bir uçlarını da dikerdi. Kasap da, bu bez torbalara, kıyma makinasının ağzına boru gibi bir aparat takarak, bezi bir yandan ters yüz ederken, bir yandan sıkı sıkı harcı doldururdu.
Dolan torbaların ağızları bağlanır, eve gelince de bir leğenin içerisine üst üste istiflenerek, üzerlerine bir ağırlık konurdu. Bu ağırlık sayesinde, harcın kalan suyu akarken, sucuk torbaları da şekillenir, yaklaşık 1,5-2 cm kalınlığında, 4-5 cm eninde sucuklar meydana çıkardı Dediğim gibi onlarda gölge ve serin bir yere asılarak bir müddet kurutulurdu (ki bu bize yıllar gibi gelirdi sabırsızlıktan ).
Küflenme, bozulma falan olmazdı da bir müddet sonra (3-4 ay kadar sanırım) çok kurur ve çok zor kesebilirdik. O zamanlar buzdolabı falan da yoktu, yeteri kadar kuruyunca tel dolapta saklanırdı.
Bağırsak veya bez kullanılmasının asıl amacı geçirgen olması sanırım, buzdolabı poşetinin bu iş için uygun olduğunu sanmıyorum.
Tokat, Turhal Bez Sucuk
(EIbiseli Sucuk)
Kullanılacak Malzemeler
800 gr dana eti
200 gr koyun eti
130 gr kuyruk yağı 1/4 gr kırmızı biber
O /5 gr karabiber
4/5 gr tuz
1 gr kimyon
1 gr yenibahar
1 gr tarçın
1 gr karanfil
3 diş sarımsak
Bez torba (25 cm-8 cm 5 adet) boyasız beyaz bez
Yapılışı
Et kuşbaşı doğranarak baharatın içerisinde bir gün süreyle buz dolabında bekletilir. Daha sonra çekilerek kıyma haline getirilir. Kıyma haline getirilmiş iç hazırlanan bez torbalara bir huni yardımıyla doldurulur. Daha sonra bir merdane yardımıyla içinde hava kalmayacak şekilde üzeri düzeltilir.
Ağzı sıkıca bağlanan torbalar rüzgar alabilecek bir yere asılarak beş gün kurumaya bırakılır. Beşinci günün sonunda tekrar merdanelenip iki gün daha asılır.
Bu yedi günlük süre içerisinde baharatını alan etin rüzgarında yardımı ile içerisindeki suyu çekilmiş olur. Sucuk kendine has lezzeti ile yemeğe hazır olur.
Kaynak: Turhal yemekleri.
Not: Halen Tokat'ta bu sucuk satılmaktadır, giden gelenlerden israrla isteyiniz
Bir zamanlar çoban sucuklarının reklamı; ev sucuğunu aratmıyormuş

Mermerşahi denilen bezler kesilip dikilerek ambalaj malzemesi haline getirilir. % 100 dana etinden hazırladığımız sucuk hamuru bez torbalara doldurulup ağız kısımları klipslenir. Klima tik kurutma odalarına alınan sucuklar yaklaşık 10-12 güne yakın bir zaman sürecinde kurutma işlemi gerçekleştikten sonra geleneksel tat fermente sucuk olarak vakumlanarak satışa çıkarılmaktadır.
Eklenen Resimler
ESKİDEN UZUNYAYLADA ÇERKEZLER
UZUNYAYLA'DA YİYECEK VE İÇECEKLERDEN BAZILARI
Uzunyayla'da ikliminden dolayı bağ, bahçe, bostan vs yoktur. Geçim kaynağı buğday, arpa, çavdar gibi ekinler ve hayvancılıktır. Bu yüzden kışlık erzakları da süt ürünlerinden oldukça zengin çeşitler olarak hazırlanırdı.
. . . . . . . . .
Yaz boyu elde edilen sütler (şı’hu, ğundepso, şate, şate ğoçe, tığu, koyplıj, ğoey vs) yoğurt, kışlık ekşi yoğurt, kaymak, Çerkes peyniri, tereyağ , beyaz peynir vs olarak kış için hazırlanırdı.
Kaynatılmış sütten, yapılan Çerkes peyniri son derece sağlıklı bir üründür. Daha çok çiğ sütten yapılan peynirin sebep olduğu Brusella hastalığına izin vermeyecek olan tek peynir belki de 'koyplıj’dır. Koyplıj özenle tuzlanarak çatlamasına izin verilmeden, gölgede kurutularak yapılırdı. Koypjıj gönderilen eş-dost gerçekten çok değerli demekti.
Çekilen ve kaynatılan kaymak tepsilere dökülür, iyice kalınlaştıktan sonra (kurumadan) dilimlenir sonrasında iyice kurutularak “şate ğoçe” yapılırdı.
Sonbahara doğru sütler kesilmeden yapılan yoğurtlar koşınlarda (çömlek) biriktirilip, Ğundepso olarak kışa hazırlanırdı. Bekleyen yoğurt zamanla iyice ekşiyip, kendi halinde kaynardı. Özellikle kışın ayran olarak tüketilirdi.
Kış için bolca beyaz peynirler hazırlanırdı. Bolca tuzlanan bu peynirler “keyy” dediğimiz ahşaptan, silindir şeklinde kaplarda saklanırdı. İçerisine tuzlu su sürekli ilave edilerek ahşapların şişip su sızdırmayacak duruma gelmesi beklenirdi. İyice şişen keyylerde artık kışlık peynir tuzlu su içerisinde rahatça bekleyebilirdi.
Koyun sütünün kaymağından “Şate Halığe” yani kaymaklı helva yapılırdı. Bu da çok sevilerek yenen bir tatlı çeşidiydi.
Kaymak, taze peynir ve yumurtadan yapılan “koyjabğe” vardı. Yağı çıkana kadar ateşte pişirilirdi. Yağı bıraktığı zaman servise hazır hale gelirdi. En özenle hazırlanan yemeklerden biriydi. Bilmeyen için yağı salı vermesini sağlamak çok zahmetli olurdu. Sofraya geldikten sonra yağını bırakacak olur ise “koyjabğe” yapılamamış demekti.
HAMUR İŞLERİ
Ekmekler çok değişik lezzetlerde yapılırdı. Çako mığatek dediğimiz ekmek, sobanın fırınında pişirilirdi. Hafif mayalı fakat çok kabarmamış, süt ile hafif sert yoğrulmuş hamurdan yapılırdı. Yuvarlak açılan hamurun üzeri bıçak ile kareler şeklinde dilimlenirdi. Sofraya konacağı zamanda bu çizgilerden dilimlenerek servis edilirdi.
Hax Çako dediğimiz bir ekmeğimiz vardı ki günlerce bayatlamadan saklanabilirdi. Dışarıya yapılmış çok özel derin fırınlarda pişirilirdi. Onun lezzeti bir başka olurdu. İyice kabarmış fakat içerisinde en ufak boşluklar olmayan, çok iri ekmeklerdi.
Halğane dediğimiz küçük değişik şekillerde yapılmış olan ekmekçikler bir misafir geldi ise kesinlikle pişirilirdi. Bu ekmekte hanımlar hünerlerini konuşturup birbirinden değişik şekilleri ortaya koyardı.
Genellikle yaz aylarında çayır ve tarlalarda çalışanlara mutlaka “yağlı” dediğimiz ekmekler yapılırdı. Özellikle kaymaklı olanı tercih edilirdi. Sıcak olarak yenmesi lezzetine lezzet katardı. Bu ekmek tel tel dağıldığı için bıçak ile kesilmeyip elle koparılıp servis edilirdi.
Hamur işlerinden olan bir yemekte “hınğel”di. Hamur açıldıktan sonra kareler şeklinde kesilip, şekil verilip tuzlu suda kaynatılırdı. Tepsiye dökülen hınğelin üzerine bol sarımsaklı yoğurt dökülüp, üzerine de soğanlı ve biberli yağ gezdirilirdi. Kalabalık sofralarda büyük bir keyif ile yenirdi.
Hamur işlerinin arasında en revaçta olan “pishalive”ydi. Açılan hamur kareler şeklinde ya da daire şeklinde kesilip, içerisine haşlanıp ezilmiş biberli yağ ile karıştırılmış patates ya da kıyma konurdu. Bir araya gelen gençlerin en çok tercih ettiği yemeklerden biriydi. Bazen kızlı-erkekli toplanan gençler birkaç tanesinin arasına tuz, biber, un vs gibi değişik şeyler koyup her birini de ayrı ayrı kodlardı. Mesela, biberi seçen sinirli biri ile evlenecek, tuzu seçen zengin olacak gibi. Gençler işlerine gelenini bulmak için pishaliveyi adeta yarışarak yerdi. Lezzetinin yanında esprisi de çok olan bir yemekti.
Uzunyayla da mısır, çavdar vs ekmeği olmazdı. Geçimlerini buğday ekiminden kazanan Uzunyaylalılar ekmeklerini de buğdaydan yapardı. Bu günkü gibi fabrikalardan paketlenip çıkmış unlar yoktu. Her ev tüketeceği unu kendisi elde ederdi.
Yazın harman yerinde buğdaylar temizlenip yıkandıktan sonra iyice kurutulurdu. Kuruyan buğdaylar torbalara doldurulup değirmenlere götürülürdü. Bazen günlerce değirmenlerde kalındığı olurdu. Kışlık ununu hazırlayan aileler bu unları ahşaptan yapılmış ambarlara dökerlerdi. Otuz-kırk torba unu içine alacak büyüklükte olan bu ambarların en altında yukarıya doğru sürgüsü olan küçük kapıları olurdu. Un bekleyerek kurtlanmasın diye ambarın bulunduğu yere dikkat edilirdi. Odanın ısısı ve gün ışığı önemliydi.
Uzunyayla kışın sert iklimi olan bir yer. Bu günkü gibi ulaşım kolay değildi. O yüzden kışlık olan ve uzun sürede tüketilecek olan yiyecekleri sağlıklı muhafaza etmek çok önemliydi. Örneğin etler büyük parçalar halinde yazın gölgede tuzlanarak, çok özen gösterilerek kurutulurdu. Böcek ve koku almaması için oldukça dikkat edilirdi. Kışın kurutulmuş etten yapılan yemeklerin lezzeti de bir başka olurdu.
GALMIK ŞEY
“Galmık” dediğimiz ot köylerimizde çok olurdu. Yazın toplanan ot, tütmeyen bacalarda çok özenle kurutulurdu. Kurumuş 'galmık’ın tohumlarından çay yapılırdı. Galmık otu süt ile birlikte (bir kıvamı vardı) iyice kaynatılırdı. Kaynayan bu süte değişik baharatlar katılarak çay elde edilirdi. Özellikle et suyu (leps) içmek için alınan kulplu metal kaşelerde sıcak sıcak içilirdi.
KENGER SAKIZI
Uzunyayla’da dağlarda dikenli kenger bitkisi bolca yetişirdi. Kenger sakızı için belli zamanlarda bitkinin sütünü almak için çocuklar bir araya gelip dağa çıkardı. Yirmi-otuz santim uzunluğunda dikenli olan bitkiyi tek ayakları ile yere yatırıp ortasını keserek sütünü alırlardı. Ağzı kapalı kaplarda süt toplanırdı. Dikenleri batar, sütü parmaklara yapışır, çiğ sütü dudaklara değdiği zaman çatlatıp yara yapardı. Buna rağmen çocuklar sayılarca sakızlık süt toplardı. Toplanan süt bir süre bekletilip iyice kalınlaşması sağlanırdı. Sakızlar çok beyaz olmazdı belki ama çocuklara emekleri ile yaptıkları için büyük bir keyif verirdi.
ĞAMU, VİGE
Harman zamanı olan ağustos ayında “vige ve ğamu” denen bitkiler tarlalarda bolca yetişmiş olurdu. Kız çocukları tarlalara gitmezdi O yüzden daha büyük delikanlılar bu bitkileri tarlalardan toplayıp kız çocuklarına getirirdi. Viğe’nin hafif nanemsi bir tadı olurdu. Ğamu ise çok daha lezzetliydi. Fakat aksilik bu ya Ğamu çok az yetişirdi.
Uzunyayla'da ikliminden dolayı bağ, bahçe, bostan vs yoktur. Geçim kaynağı buğday, arpa, çavdar gibi ekinler ve hayvancılıktır. Bu yüzden kışlık erzakları da süt ürünlerinden oldukça zengin çeşitler olarak hazırlanırdı.
. . . . . . . . .
Yaz boyu elde edilen sütler (şı’hu, ğundepso, şate, şate ğoçe, tığu, koyplıj, ğoey vs) yoğurt, kışlık ekşi yoğurt, kaymak, Çerkes peyniri, tereyağ , beyaz peynir vs olarak kış için hazırlanırdı.
Kaynatılmış sütten, yapılan Çerkes peyniri son derece sağlıklı bir üründür. Daha çok çiğ sütten yapılan peynirin sebep olduğu Brusella hastalığına izin vermeyecek olan tek peynir belki de 'koyplıj’dır. Koyplıj özenle tuzlanarak çatlamasına izin verilmeden, gölgede kurutularak yapılırdı. Koypjıj gönderilen eş-dost gerçekten çok değerli demekti.
Çekilen ve kaynatılan kaymak tepsilere dökülür, iyice kalınlaştıktan sonra (kurumadan) dilimlenir sonrasında iyice kurutularak “şate ğoçe” yapılırdı.
Sonbahara doğru sütler kesilmeden yapılan yoğurtlar koşınlarda (çömlek) biriktirilip, Ğundepso olarak kışa hazırlanırdı. Bekleyen yoğurt zamanla iyice ekşiyip, kendi halinde kaynardı. Özellikle kışın ayran olarak tüketilirdi.
Kış için bolca beyaz peynirler hazırlanırdı. Bolca tuzlanan bu peynirler “keyy” dediğimiz ahşaptan, silindir şeklinde kaplarda saklanırdı. İçerisine tuzlu su sürekli ilave edilerek ahşapların şişip su sızdırmayacak duruma gelmesi beklenirdi. İyice şişen keyylerde artık kışlık peynir tuzlu su içerisinde rahatça bekleyebilirdi.
Koyun sütünün kaymağından “Şate Halığe” yani kaymaklı helva yapılırdı. Bu da çok sevilerek yenen bir tatlı çeşidiydi.
Kaymak, taze peynir ve yumurtadan yapılan “koyjabğe” vardı. Yağı çıkana kadar ateşte pişirilirdi. Yağı bıraktığı zaman servise hazır hale gelirdi. En özenle hazırlanan yemeklerden biriydi. Bilmeyen için yağı salı vermesini sağlamak çok zahmetli olurdu. Sofraya geldikten sonra yağını bırakacak olur ise “koyjabğe” yapılamamış demekti.
HAMUR İŞLERİ
Ekmekler çok değişik lezzetlerde yapılırdı. Çako mığatek dediğimiz ekmek, sobanın fırınında pişirilirdi. Hafif mayalı fakat çok kabarmamış, süt ile hafif sert yoğrulmuş hamurdan yapılırdı. Yuvarlak açılan hamurun üzeri bıçak ile kareler şeklinde dilimlenirdi. Sofraya konacağı zamanda bu çizgilerden dilimlenerek servis edilirdi.
Hax Çako dediğimiz bir ekmeğimiz vardı ki günlerce bayatlamadan saklanabilirdi. Dışarıya yapılmış çok özel derin fırınlarda pişirilirdi. Onun lezzeti bir başka olurdu. İyice kabarmış fakat içerisinde en ufak boşluklar olmayan, çok iri ekmeklerdi.
Halğane dediğimiz küçük değişik şekillerde yapılmış olan ekmekçikler bir misafir geldi ise kesinlikle pişirilirdi. Bu ekmekte hanımlar hünerlerini konuşturup birbirinden değişik şekilleri ortaya koyardı.
Genellikle yaz aylarında çayır ve tarlalarda çalışanlara mutlaka “yağlı” dediğimiz ekmekler yapılırdı. Özellikle kaymaklı olanı tercih edilirdi. Sıcak olarak yenmesi lezzetine lezzet katardı. Bu ekmek tel tel dağıldığı için bıçak ile kesilmeyip elle koparılıp servis edilirdi.
Hamur işlerinden olan bir yemekte “hınğel”di. Hamur açıldıktan sonra kareler şeklinde kesilip, şekil verilip tuzlu suda kaynatılırdı. Tepsiye dökülen hınğelin üzerine bol sarımsaklı yoğurt dökülüp, üzerine de soğanlı ve biberli yağ gezdirilirdi. Kalabalık sofralarda büyük bir keyif ile yenirdi.
Hamur işlerinin arasında en revaçta olan “pishalive”ydi. Açılan hamur kareler şeklinde ya da daire şeklinde kesilip, içerisine haşlanıp ezilmiş biberli yağ ile karıştırılmış patates ya da kıyma konurdu. Bir araya gelen gençlerin en çok tercih ettiği yemeklerden biriydi. Bazen kızlı-erkekli toplanan gençler birkaç tanesinin arasına tuz, biber, un vs gibi değişik şeyler koyup her birini de ayrı ayrı kodlardı. Mesela, biberi seçen sinirli biri ile evlenecek, tuzu seçen zengin olacak gibi. Gençler işlerine gelenini bulmak için pishaliveyi adeta yarışarak yerdi. Lezzetinin yanında esprisi de çok olan bir yemekti.
Uzunyayla da mısır, çavdar vs ekmeği olmazdı. Geçimlerini buğday ekiminden kazanan Uzunyaylalılar ekmeklerini de buğdaydan yapardı. Bu günkü gibi fabrikalardan paketlenip çıkmış unlar yoktu. Her ev tüketeceği unu kendisi elde ederdi.
Yazın harman yerinde buğdaylar temizlenip yıkandıktan sonra iyice kurutulurdu. Kuruyan buğdaylar torbalara doldurulup değirmenlere götürülürdü. Bazen günlerce değirmenlerde kalındığı olurdu. Kışlık ununu hazırlayan aileler bu unları ahşaptan yapılmış ambarlara dökerlerdi. Otuz-kırk torba unu içine alacak büyüklükte olan bu ambarların en altında yukarıya doğru sürgüsü olan küçük kapıları olurdu. Un bekleyerek kurtlanmasın diye ambarın bulunduğu yere dikkat edilirdi. Odanın ısısı ve gün ışığı önemliydi.
Uzunyayla kışın sert iklimi olan bir yer. Bu günkü gibi ulaşım kolay değildi. O yüzden kışlık olan ve uzun sürede tüketilecek olan yiyecekleri sağlıklı muhafaza etmek çok önemliydi. Örneğin etler büyük parçalar halinde yazın gölgede tuzlanarak, çok özen gösterilerek kurutulurdu. Böcek ve koku almaması için oldukça dikkat edilirdi. Kışın kurutulmuş etten yapılan yemeklerin lezzeti de bir başka olurdu.
GALMIK ŞEY
“Galmık” dediğimiz ot köylerimizde çok olurdu. Yazın toplanan ot, tütmeyen bacalarda çok özenle kurutulurdu. Kurumuş 'galmık’ın tohumlarından çay yapılırdı. Galmık otu süt ile birlikte (bir kıvamı vardı) iyice kaynatılırdı. Kaynayan bu süte değişik baharatlar katılarak çay elde edilirdi. Özellikle et suyu (leps) içmek için alınan kulplu metal kaşelerde sıcak sıcak içilirdi.
KENGER SAKIZI
Uzunyayla’da dağlarda dikenli kenger bitkisi bolca yetişirdi. Kenger sakızı için belli zamanlarda bitkinin sütünü almak için çocuklar bir araya gelip dağa çıkardı. Yirmi-otuz santim uzunluğunda dikenli olan bitkiyi tek ayakları ile yere yatırıp ortasını keserek sütünü alırlardı. Ağzı kapalı kaplarda süt toplanırdı. Dikenleri batar, sütü parmaklara yapışır, çiğ sütü dudaklara değdiği zaman çatlatıp yara yapardı. Buna rağmen çocuklar sayılarca sakızlık süt toplardı. Toplanan süt bir süre bekletilip iyice kalınlaşması sağlanırdı. Sakızlar çok beyaz olmazdı belki ama çocuklara emekleri ile yaptıkları için büyük bir keyif verirdi.
ĞAMU, VİGE
Harman zamanı olan ağustos ayında “vige ve ğamu” denen bitkiler tarlalarda bolca yetişmiş olurdu. Kız çocukları tarlalara gitmezdi O yüzden daha büyük delikanlılar bu bitkileri tarlalardan toplayıp kız çocuklarına getirirdi. Viğe’nin hafif nanemsi bir tadı olurdu. Ğamu ise çok daha lezzetliydi. Fakat aksilik bu ya Ğamu çok az yetişirdi.
GEÇMİŞ GÜNLERİN LEZZETLERİ MEYVE KURUTMALARI
Geçmiş günlerin lezzetleri...
Değişmeyen tek şey değişim. Bu durum, gıda alışkanlıklarımızda da söz konusu. 1950’lerin en popüler kuru meyveleri olan gün kurusu, kişniş şekeri, iğde, leblebi şekeri, keçi boynuzu, kuru vişne ve kuru dut gibi besinler bir zamanlar hayatımızın tadı tuzuydu. Günümüzde ise bu tatlar, yerlerini fıstık, fındık hatta ithal kuru mango ve kuru papaya gibi popüler kuru yemişlere bırakmış durumda.
Bir zamanlar hayatımızın ayrılmaz birer parçası olan kuru meyveler bugün sadece Mısır Çarşısı’ndaki dükkanlarda nadiren bulunabiliyor. Yaşı 50’nin üzerinde olan kişilerin hatıralarında yer etmiş, bir lokmada onları tekrar çocukluklarına götüren bu tatlar arasında neler yok ki. Aşurelere lezzet katan kişniş şekerlerinden, bayram harçlıklarının gözü kapalı harcandığı leblebi şekerlerine, kimilerinin burun kıvırdığı, kimilerininse müptelası olduğu keçi boynuzundan, paskalya çöreklerinin lezzet tüyosu mahlepe, binbir güçlükle kurutulan gün kurusu, vişne ve elmalardan dut kurularına kadar mönüde yüzlerce çeşit vardı.
Bu lezzetlerin önemli bir kısmının ortadan kalkmasının sebebi hiç şüphesiz geçen yılların ardından geleneklerimizin de önemli ölçüde değişmiş olması. Bu değişimin nedeni ise onların yerine ikame edilen yeni ürünlerin hakim hale gelmesi. Tüketim alışkanlıklarının ve hacimlerinin değişmesi ve ürün işlemede kullanılan teknolojinin muhafazakar yöntemlerden uşaklaşması da eski lezzetlerin hayatımızdan birer birer çıkmalarının sebepleri arasında sayılabilir. Zira ürünlerin daha uzun süre saklanabilmesine olanak veren yeni teknolojiler sayesinde, eskiden kurutulmadıkları taktirde sadece 15-20 gün içerisinde tüketilmesi zorunlu olan meyveler, günümüzde yılın 12 ayı temin edilebiliyor. Örneğin 15-20 günlük bir mevsimi olan dut kurutulmadığı taktirde sadece bu günler içerisinde tüketilmek zorundaydı. Ancak duttan elde edilen dut kurusu, yılın 12 ayında hem kuruyemiş olarak yenilebilmekte hem de hoşaf ve kompostolarda kullanılmaktaydı.
Eskiyle yeni arasındaki en büyük farklılıklardan birisi ise geleneklerimizin köyden kente gelirken ciddi bir değişim gerçekleştirmesi. Kentsel alanlarda zaman içerisinde kaybolan kırsal alan ihtiyaçları, değişimi kaçınılmaz kıldı. Anadolu’nun köylerinden İstanbul’a ilk göçenler, alışkanlıklarını da beraberlerinde getirdiler ve köylerindeki yaşam tarzlarını büyük şehirde de sürdürmeye çalıştılar. Oradaki ihtiyaçlarının aynısını İstanbul’da da bulmak istediklerinden İstanbul’un lezzet kültürüne, özellikle kuru meyve ve yemişler konusunda büyük çeşitlilik sağlayan bu topluluk, kentli olmaya başladıkça, alışkanlıkları da değişti.
Dolayısıyla bu çeşitlilik günümüzde yok olmaya yüz tutmuş durumda.
ZAMANLA ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞTİ
Malatya Pazarı’nın 20 yıllık emektarlarından Necati Osanmaz bundan 35 yıl önce ceviz, iğde, dut ve keçiboynuzunun İstanbullular tarafından en çok tercih edilen kuru meyveler olduğunu belirtiyor. Eski insanların şimdiki kadar bilinçli olmamalarına rağmen besin tüketiminde çok daha sağlıklı seçimleri yaptığını dile getiren Osanmaz şunları söylüyor: “Cevizin enerji verdiği, dutun ve keçi boynuzunun kuvvet macunu olduğu yeni ortaya çıktı. Eskiden kansızlık için dut pekmezi yapılıyordu. Dut pekmezinin de kansızlığa iyi geldiği yeni ortaya çıktı.”
Malatya Pazarı’nın kurucularından Metin Palancı ise kuru meyve ve yemiş tüketiminde son elli yıl içerisinde yaşanan değişimin sebeplerini şöyle açıklıyor: “Eskiye nazaran meyve çeşitleri çoğaldı. Aynı zamanda da halk çok zenginleşti ve alım gücü yükseldi. Eskiden alım gücü düşüktü ve alternatifler çok azdı. Günümüzün tüketicisi bırakın kişniş, leblebi şekeri gibi artık geçmişte kalmış kuruyemişleri, şam fıstığı, badem ve fındıktan bile yavaş yavaş vazgeçerek kuru mango gibi ithal kuru meyvelere doğru yöneliyorlar. Bundan 30 sene önce evlerde daima bulunan armut kurusu, vişne kurusu, üzüm kurusu, elma kurusu ve kuru kayısı gibi besinler günümüzde artık neredeyse hiçbir evde bulunmuyor. O yıllarda tüm bu kuru meyveler eve gelen özel misafirlere ikram edilirdi. Gelen misafirlere ikramın ardından tabakta kalan son birkaç kuru meyve de çocuklara ikram edilirdi. Bugün kış aylarında dahi Türkiye’de bulunmayan yemiş kalmadı. Eskiden ise yaz meyvelerini kurutarak bu ihtiyaç giderilirdi.”
Peki hangi kuru meyvelerdi bunlar? Bir zamanların damak tadını belirleyen, İstanbulluların akşam eve dönerken kuruyemişçilerden satın aldıkları ürünler hangileriydi? Ya da bin bir emekle kurutulup, kış aylarında da tüketmek için kavanozlarda özel günler için saklanan besinler hangileriydi?
VİŞNE KURUSUNUN LEZZETİ
Bu lezzetlerin en başında hiç şüphesiz kurutulmuş ürünler geliyordu. Örneğin kuru vişneden Ramazan’ın en meşhur hoşafı yapılıyordu. “O yıllarda insanlar sahura kalktıklarında bulgur pilavının yanında ya kayısı ya da vişne hoşafı yerlerdi” diyen Metin Palancı, “vişne ekşi bir meyvedir ve çok kişi de bunu yemez. Ancak vişneyi kurutur ve kompostosunu yaparsanız tadı daha leziz olur. Oysa bugün vişne suyunu rahatlıklı buluyorsunuz. Demek ki şimdi bu meyveyi kurutarak tüketmenin artık bir anlamı kalmadı” diyor.
Vişne kurusunun yok olmasının en önemli sebeplerinden birisi de fabrikasyon olarak kurutulamaması. Çünkü kuruduktan sonra içindeki çekirdeği çıkarma imkanı yok. Vişne kurusunun çekirdeğiyle beraber kurutulmasının bir başka sebebi ise kurutulduğunda çekirdeğiyle zarı arasında kalan et ağının kuruma esnasında suyu bir miktar tutuyor olması.
KURU ELMA YENİDEN “IN” OLABİLİR
Eski günlerin popüler kuru meyvelerinden bir diğeri ise elma kurusuydu. Anadolu’da bayanlar yaz aylarında topladıkları elmaları belirli boyutlarda kesip kurutup, sonra da çuvallara koyarak kışın tüketmek için saklıyşorlardı. O yıllarda zirai yönetim yeterli olmamasından dolayı dalından elmaların kurtlanma yaptığını söyleyen Metin Palancı, “ bu elmaların değerlendirilmesi için kabuğu soyulan elmalar güneşte kurutulurdu. Elmanın kalın bir kabuğu olduğundan kabuğu soyularak kurutulurdu. Ancak günümüzde Avrupa’da elma kurusu daha teknik bir yöntemle elde ediliyor. Kabuğu soyulan elmaların bir boru vasıtasıyla iç kısmı alınıyor ve bir makineye verilen elmalar yuvarlak halkalar halinde dilimlenip, kuru kayısıda olduğu gibi kükürtleniyor ve piyasaya sürülüyor” diyor.
Günümüzde ise elma marmeladını her zaman alma imkanı var. Elma ise yılın 12 ayı boyunca piyasada bulunabiliyor. Ancak elma kurusu hala bir çok ülkede kuru olarak da tüketiliyor. Ayrıca teknolojinin getirdiği avantajlardan da yararlanarak kurutulan elmanın lezzeti güneşte kurumuşuna benzemiyor. Ama yine de Avrupalılar bu değerlerini bir şekilde sürdürüyor ve piyasaya da sunuyorlar. “Türkiye’de organik şartlarda üretilen ve güneşte kurutulan bir elma kurusu yapılsa inanılmaz değerli olabilirdi” diyen Metin Palancı ekliyor: “Elbette doğru ambalajda ve şekilde sunulması şartıyla. Çünkü güneşte kurutulmuş bir elmanın tadı, aroması ve kokusu, makinede kurutulmuş olana göre çok daha kalitelidir. Diğer ülkelerde teknolojik gelişmelerle geleneksel ürünlerin üretimi biraz farklı olarak devam edebiliyor ancak bizde bu yok.”
GÜN KURUSU (KAYSI) YENİDEN REVAÇTA
Eski kuru meyveler arasında yeni yeni rağbet görmeye başlayan nadir ürünlerden birisi ise gün kurusu. Ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz’ün tavsiyeleriyle yeniden “in” olmaya başlayan gün kurusu, aslında doğal yollarla kurutulan kayısıdan başka bir şey değil. Sadece güneşin altında kurutularak, tamamen doğal yöntemlerle hazırlanan ve siyah renge çalan gün kurusu, kükürtle işlenerek parlak turuncu rengi verilen kuru kayısıların yanında tercih edilmiyordu. Parlak turuncu renkteki kuru kayısının ise çok daha farklı bir hazırlanış yöntemi var. Metin Palancı bu ilginç yöntemi şöyle açıklıyor: “Hiç hava almayacak odalara düzenli bir biçimde istiflenen kayısılar, içeriden ve dışardan ateşlenecek bir ocak sistemiyle kurutulurdu. İçerideki ocakta bakır bir sahanın içine konulan kükürt ateşlenirdi. Kapıların çamurla sıvanmasıyla odanın hiç hava almaması sağlanır ve bu sayede içerideki tüm kükürtün yanması sağlanırdı. Yandıktan 4-5 saat sonra kapılar açılır ve bir saat sonra kayısılar toplanır ve bu kayısılar bezler üzerine serilerek kurutmaya terk edilirdi. 1950’lerde gün kurusu dedikleri, kayısının sadece ve sadece güneş altında kurutulmuşudur. Koyu kahverengi renkte olanıdır. Hani şu sıralar doktorların tavsiye ettikleri şey. Kükürt sağlığa zararlı bir maddedir. Ama buna rağmen kayısının daha uzun süre yaşaması ve görünüm olarak daha güzel olması nedeniyle kükürdü üzümde ve de kayısıda ne yazık ki kullanıyoruz. Eskiden gün kurusunun içine yöresine göre fındık ya da ceviz konur, üzerine tere yağ ya da kaymak konularak özellikle misafirlere ikram edilirdi.”
HEM ŞEKER, HEM BAHARAT: KİŞNİŞ
Eskiden üzeri renkli şekerle kaplanan kişniş, çocuklar tarafından kişniş şekeri olarak tüketiliyordu. Aynı zamanda bu şeker, Ramazan’da yapılan aşurelerin üzerine serpilirdi. Ancak bu gelenek de eskilerde kaldı. Özellikle hazım için çok faydalı olan kişniş, eskiden ağırlıklı olarak çocukların tercih ettiği bir şekerdi. Bu şeker ayrıca kek ve pastaların üzerine de serpilirdi. Ayrıca et yemeklerinde baharat olarak kullanılan bir bitki olan kişniş, küçük bir buğday tanesi görünümünde bir bitkiydi.
BAYRAM HARÇLIKLARI LEBLEBİ ŞEKERİNE
Üzeri beyaz şekerle kaplanan leblebiler de özellikle çocukların rağbet gösterdiği, bayram harçlıklarını alır almaz bakkallara koşarak satın aldıkları kuruyemişlerden birisiydi. Leblebi şekerlerinde kimyasal boyaların kullanmaya başlanmasıyla leblebilerin üzeri birçok farklı renkte şekerle kaplandı. Ancak bu boyaların sağlığa zararlı olmasından dolayı yasaklandı. Malatya Pazarı’nın duayenlerinden Metin Palancı da hala leblebi şekeri tüketenlerin üzeri beyaz şekerle kaplı leblebileri tercih etmesini öneriyor.
KIŞ AYLARININ SULTANI: SALEP
Özellikle Kastamonu bölgesinde en lezzetli saleplerin çıktığını belirten Palancı, salebi şöyle anlatıyor: “Ufak soğana benzeyen bir bitki olan salep, dış ve iç kabuklarının soyulmasının ardından iplere dizilir. İpe dizilmiş haliyle koyun sütüyle dolu büyük kazanlarda kaynatılan salep, bu sayede sütü içine çeker. Ardından güneş altında kurutulan salep, sert bir taş şeklini alır. Büyük taş değirmenlerinde öğütülen salep, kalburlarda elenip, torbalara doldurularak satılır. Elde edilmesi çok zahmetli olduğundan kaliteli bir salebin kilosu 180 milyon liraya kadar çıkabilir. Ancak salep çok pahalı bir ürün olduğundan, açıkgöz esnaflar tarafından sahtesi yapılıyor. Bildiğimiz makarnalar değirmenlerde çekilip ardından bunlara az miktarda salep ekleyerek piyasaya sunuluyor.”
PASKALYA ÇÖREKLERİNİN LEZZET KÜPÜ MAHLEP
Mahlep tozu genellikle Paskalya çöreklerinde yüzyıllardır kullanılıyor. Esasen susuz yerlerde yetişen yabani bir kiraz türü olan mahlepin leblebi tanesi büyüklüğünde, buruşuk ve ekşi tada sahip bir meyvesi bulunuyor. Bu meyvenin dış kabuğu soyulduktan sonra, iç kabuğu değirmenlerde çekilerek un haline getiriliyor ve bu un ağırlıklı olarak Gayrimüslimlerin Paskalya zamanında yaptıkları çöreklerde katkı malzemesi olarak kullanılıyor.
ESKİ KURU MEYVELER İÇİN BİR UMUT HALA VAR MI?
Malatya Pazarı’nın kurucularından Metin Palancı’nın söyledikleri, artık kaybolmaya yüz tutmuş bu lezzetlerin hayatımıza yeniden girme ihtimalinin olduğu umudunu hala taze tutar nitelikte: “Tüketiciler yakın bir geçmişe kadar lezzete değil süse batıyorlardı. Ancak günümüzün tüketicileri gösterişi bırakıp doğala dönmeye başladı. Yediğimiz herşey doğrudan doğruya suni gübreler ve hormonlarla yetiştiği için eski lezzetler kalmadı ve insanlar o eski tatları her geçen gün daha büyük bir özlemle anmaya başladı.”
Organik ve ekolojik ürün konsepti dünyada bir çığ misali büyüyor. Gübrelerle ve genlerle oynanmasının ardından ne olduğu belli olmayan bir ürün tablosu ortaya çıkmış durumda. Ama Anadolu’da kimyasal ilaçla tanışmamış köylü var. Bu topraklarda organik ve doğal yöntemlerle elde edilen besinler belki bir gün bir Avrupalının dikkatini çeker. Ve belki de bu sayede kaybolmaya başlayan bu lezzetler de bir gün yeniden “in” oluverir. Kim bilir?
Değişmeyen tek şey değişim. Bu durum, gıda alışkanlıklarımızda da söz konusu. 1950’lerin en popüler kuru meyveleri olan gün kurusu, kişniş şekeri, iğde, leblebi şekeri, keçi boynuzu, kuru vişne ve kuru dut gibi besinler bir zamanlar hayatımızın tadı tuzuydu. Günümüzde ise bu tatlar, yerlerini fıstık, fındık hatta ithal kuru mango ve kuru papaya gibi popüler kuru yemişlere bırakmış durumda.
Bir zamanlar hayatımızın ayrılmaz birer parçası olan kuru meyveler bugün sadece Mısır Çarşısı’ndaki dükkanlarda nadiren bulunabiliyor. Yaşı 50’nin üzerinde olan kişilerin hatıralarında yer etmiş, bir lokmada onları tekrar çocukluklarına götüren bu tatlar arasında neler yok ki. Aşurelere lezzet katan kişniş şekerlerinden, bayram harçlıklarının gözü kapalı harcandığı leblebi şekerlerine, kimilerinin burun kıvırdığı, kimilerininse müptelası olduğu keçi boynuzundan, paskalya çöreklerinin lezzet tüyosu mahlepe, binbir güçlükle kurutulan gün kurusu, vişne ve elmalardan dut kurularına kadar mönüde yüzlerce çeşit vardı.
Bu lezzetlerin önemli bir kısmının ortadan kalkmasının sebebi hiç şüphesiz geçen yılların ardından geleneklerimizin de önemli ölçüde değişmiş olması. Bu değişimin nedeni ise onların yerine ikame edilen yeni ürünlerin hakim hale gelmesi. Tüketim alışkanlıklarının ve hacimlerinin değişmesi ve ürün işlemede kullanılan teknolojinin muhafazakar yöntemlerden uşaklaşması da eski lezzetlerin hayatımızdan birer birer çıkmalarının sebepleri arasında sayılabilir. Zira ürünlerin daha uzun süre saklanabilmesine olanak veren yeni teknolojiler sayesinde, eskiden kurutulmadıkları taktirde sadece 15-20 gün içerisinde tüketilmesi zorunlu olan meyveler, günümüzde yılın 12 ayı temin edilebiliyor. Örneğin 15-20 günlük bir mevsimi olan dut kurutulmadığı taktirde sadece bu günler içerisinde tüketilmek zorundaydı. Ancak duttan elde edilen dut kurusu, yılın 12 ayında hem kuruyemiş olarak yenilebilmekte hem de hoşaf ve kompostolarda kullanılmaktaydı.
Eskiyle yeni arasındaki en büyük farklılıklardan birisi ise geleneklerimizin köyden kente gelirken ciddi bir değişim gerçekleştirmesi. Kentsel alanlarda zaman içerisinde kaybolan kırsal alan ihtiyaçları, değişimi kaçınılmaz kıldı. Anadolu’nun köylerinden İstanbul’a ilk göçenler, alışkanlıklarını da beraberlerinde getirdiler ve köylerindeki yaşam tarzlarını büyük şehirde de sürdürmeye çalıştılar. Oradaki ihtiyaçlarının aynısını İstanbul’da da bulmak istediklerinden İstanbul’un lezzet kültürüne, özellikle kuru meyve ve yemişler konusunda büyük çeşitlilik sağlayan bu topluluk, kentli olmaya başladıkça, alışkanlıkları da değişti.
Dolayısıyla bu çeşitlilik günümüzde yok olmaya yüz tutmuş durumda.
ZAMANLA ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞTİ
Malatya Pazarı’nın 20 yıllık emektarlarından Necati Osanmaz bundan 35 yıl önce ceviz, iğde, dut ve keçiboynuzunun İstanbullular tarafından en çok tercih edilen kuru meyveler olduğunu belirtiyor. Eski insanların şimdiki kadar bilinçli olmamalarına rağmen besin tüketiminde çok daha sağlıklı seçimleri yaptığını dile getiren Osanmaz şunları söylüyor: “Cevizin enerji verdiği, dutun ve keçi boynuzunun kuvvet macunu olduğu yeni ortaya çıktı. Eskiden kansızlık için dut pekmezi yapılıyordu. Dut pekmezinin de kansızlığa iyi geldiği yeni ortaya çıktı.”
Malatya Pazarı’nın kurucularından Metin Palancı ise kuru meyve ve yemiş tüketiminde son elli yıl içerisinde yaşanan değişimin sebeplerini şöyle açıklıyor: “Eskiye nazaran meyve çeşitleri çoğaldı. Aynı zamanda da halk çok zenginleşti ve alım gücü yükseldi. Eskiden alım gücü düşüktü ve alternatifler çok azdı. Günümüzün tüketicisi bırakın kişniş, leblebi şekeri gibi artık geçmişte kalmış kuruyemişleri, şam fıstığı, badem ve fındıktan bile yavaş yavaş vazgeçerek kuru mango gibi ithal kuru meyvelere doğru yöneliyorlar. Bundan 30 sene önce evlerde daima bulunan armut kurusu, vişne kurusu, üzüm kurusu, elma kurusu ve kuru kayısı gibi besinler günümüzde artık neredeyse hiçbir evde bulunmuyor. O yıllarda tüm bu kuru meyveler eve gelen özel misafirlere ikram edilirdi. Gelen misafirlere ikramın ardından tabakta kalan son birkaç kuru meyve de çocuklara ikram edilirdi. Bugün kış aylarında dahi Türkiye’de bulunmayan yemiş kalmadı. Eskiden ise yaz meyvelerini kurutarak bu ihtiyaç giderilirdi.”
Peki hangi kuru meyvelerdi bunlar? Bir zamanların damak tadını belirleyen, İstanbulluların akşam eve dönerken kuruyemişçilerden satın aldıkları ürünler hangileriydi? Ya da bin bir emekle kurutulup, kış aylarında da tüketmek için kavanozlarda özel günler için saklanan besinler hangileriydi?
VİŞNE KURUSUNUN LEZZETİ
Bu lezzetlerin en başında hiç şüphesiz kurutulmuş ürünler geliyordu. Örneğin kuru vişneden Ramazan’ın en meşhur hoşafı yapılıyordu. “O yıllarda insanlar sahura kalktıklarında bulgur pilavının yanında ya kayısı ya da vişne hoşafı yerlerdi” diyen Metin Palancı, “vişne ekşi bir meyvedir ve çok kişi de bunu yemez. Ancak vişneyi kurutur ve kompostosunu yaparsanız tadı daha leziz olur. Oysa bugün vişne suyunu rahatlıklı buluyorsunuz. Demek ki şimdi bu meyveyi kurutarak tüketmenin artık bir anlamı kalmadı” diyor.
Vişne kurusunun yok olmasının en önemli sebeplerinden birisi de fabrikasyon olarak kurutulamaması. Çünkü kuruduktan sonra içindeki çekirdeği çıkarma imkanı yok. Vişne kurusunun çekirdeğiyle beraber kurutulmasının bir başka sebebi ise kurutulduğunda çekirdeğiyle zarı arasında kalan et ağının kuruma esnasında suyu bir miktar tutuyor olması.
KURU ELMA YENİDEN “IN” OLABİLİR
Eski günlerin popüler kuru meyvelerinden bir diğeri ise elma kurusuydu. Anadolu’da bayanlar yaz aylarında topladıkları elmaları belirli boyutlarda kesip kurutup, sonra da çuvallara koyarak kışın tüketmek için saklıyşorlardı. O yıllarda zirai yönetim yeterli olmamasından dolayı dalından elmaların kurtlanma yaptığını söyleyen Metin Palancı, “ bu elmaların değerlendirilmesi için kabuğu soyulan elmalar güneşte kurutulurdu. Elmanın kalın bir kabuğu olduğundan kabuğu soyularak kurutulurdu. Ancak günümüzde Avrupa’da elma kurusu daha teknik bir yöntemle elde ediliyor. Kabuğu soyulan elmaların bir boru vasıtasıyla iç kısmı alınıyor ve bir makineye verilen elmalar yuvarlak halkalar halinde dilimlenip, kuru kayısıda olduğu gibi kükürtleniyor ve piyasaya sürülüyor” diyor.
Günümüzde ise elma marmeladını her zaman alma imkanı var. Elma ise yılın 12 ayı boyunca piyasada bulunabiliyor. Ancak elma kurusu hala bir çok ülkede kuru olarak da tüketiliyor. Ayrıca teknolojinin getirdiği avantajlardan da yararlanarak kurutulan elmanın lezzeti güneşte kurumuşuna benzemiyor. Ama yine de Avrupalılar bu değerlerini bir şekilde sürdürüyor ve piyasaya da sunuyorlar. “Türkiye’de organik şartlarda üretilen ve güneşte kurutulan bir elma kurusu yapılsa inanılmaz değerli olabilirdi” diyen Metin Palancı ekliyor: “Elbette doğru ambalajda ve şekilde sunulması şartıyla. Çünkü güneşte kurutulmuş bir elmanın tadı, aroması ve kokusu, makinede kurutulmuş olana göre çok daha kalitelidir. Diğer ülkelerde teknolojik gelişmelerle geleneksel ürünlerin üretimi biraz farklı olarak devam edebiliyor ancak bizde bu yok.”
GÜN KURUSU (KAYSI) YENİDEN REVAÇTA
Eski kuru meyveler arasında yeni yeni rağbet görmeye başlayan nadir ürünlerden birisi ise gün kurusu. Ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz’ün tavsiyeleriyle yeniden “in” olmaya başlayan gün kurusu, aslında doğal yollarla kurutulan kayısıdan başka bir şey değil. Sadece güneşin altında kurutularak, tamamen doğal yöntemlerle hazırlanan ve siyah renge çalan gün kurusu, kükürtle işlenerek parlak turuncu rengi verilen kuru kayısıların yanında tercih edilmiyordu. Parlak turuncu renkteki kuru kayısının ise çok daha farklı bir hazırlanış yöntemi var. Metin Palancı bu ilginç yöntemi şöyle açıklıyor: “Hiç hava almayacak odalara düzenli bir biçimde istiflenen kayısılar, içeriden ve dışardan ateşlenecek bir ocak sistemiyle kurutulurdu. İçerideki ocakta bakır bir sahanın içine konulan kükürt ateşlenirdi. Kapıların çamurla sıvanmasıyla odanın hiç hava almaması sağlanır ve bu sayede içerideki tüm kükürtün yanması sağlanırdı. Yandıktan 4-5 saat sonra kapılar açılır ve bir saat sonra kayısılar toplanır ve bu kayısılar bezler üzerine serilerek kurutmaya terk edilirdi. 1950’lerde gün kurusu dedikleri, kayısının sadece ve sadece güneş altında kurutulmuşudur. Koyu kahverengi renkte olanıdır. Hani şu sıralar doktorların tavsiye ettikleri şey. Kükürt sağlığa zararlı bir maddedir. Ama buna rağmen kayısının daha uzun süre yaşaması ve görünüm olarak daha güzel olması nedeniyle kükürdü üzümde ve de kayısıda ne yazık ki kullanıyoruz. Eskiden gün kurusunun içine yöresine göre fındık ya da ceviz konur, üzerine tere yağ ya da kaymak konularak özellikle misafirlere ikram edilirdi.”
HEM ŞEKER, HEM BAHARAT: KİŞNİŞ
Eskiden üzeri renkli şekerle kaplanan kişniş, çocuklar tarafından kişniş şekeri olarak tüketiliyordu. Aynı zamanda bu şeker, Ramazan’da yapılan aşurelerin üzerine serpilirdi. Ancak bu gelenek de eskilerde kaldı. Özellikle hazım için çok faydalı olan kişniş, eskiden ağırlıklı olarak çocukların tercih ettiği bir şekerdi. Bu şeker ayrıca kek ve pastaların üzerine de serpilirdi. Ayrıca et yemeklerinde baharat olarak kullanılan bir bitki olan kişniş, küçük bir buğday tanesi görünümünde bir bitkiydi.
BAYRAM HARÇLIKLARI LEBLEBİ ŞEKERİNE
Üzeri beyaz şekerle kaplanan leblebiler de özellikle çocukların rağbet gösterdiği, bayram harçlıklarını alır almaz bakkallara koşarak satın aldıkları kuruyemişlerden birisiydi. Leblebi şekerlerinde kimyasal boyaların kullanmaya başlanmasıyla leblebilerin üzeri birçok farklı renkte şekerle kaplandı. Ancak bu boyaların sağlığa zararlı olmasından dolayı yasaklandı. Malatya Pazarı’nın duayenlerinden Metin Palancı da hala leblebi şekeri tüketenlerin üzeri beyaz şekerle kaplı leblebileri tercih etmesini öneriyor.
KIŞ AYLARININ SULTANI: SALEP
Özellikle Kastamonu bölgesinde en lezzetli saleplerin çıktığını belirten Palancı, salebi şöyle anlatıyor: “Ufak soğana benzeyen bir bitki olan salep, dış ve iç kabuklarının soyulmasının ardından iplere dizilir. İpe dizilmiş haliyle koyun sütüyle dolu büyük kazanlarda kaynatılan salep, bu sayede sütü içine çeker. Ardından güneş altında kurutulan salep, sert bir taş şeklini alır. Büyük taş değirmenlerinde öğütülen salep, kalburlarda elenip, torbalara doldurularak satılır. Elde edilmesi çok zahmetli olduğundan kaliteli bir salebin kilosu 180 milyon liraya kadar çıkabilir. Ancak salep çok pahalı bir ürün olduğundan, açıkgöz esnaflar tarafından sahtesi yapılıyor. Bildiğimiz makarnalar değirmenlerde çekilip ardından bunlara az miktarda salep ekleyerek piyasaya sunuluyor.”
PASKALYA ÇÖREKLERİNİN LEZZET KÜPÜ MAHLEP
Mahlep tozu genellikle Paskalya çöreklerinde yüzyıllardır kullanılıyor. Esasen susuz yerlerde yetişen yabani bir kiraz türü olan mahlepin leblebi tanesi büyüklüğünde, buruşuk ve ekşi tada sahip bir meyvesi bulunuyor. Bu meyvenin dış kabuğu soyulduktan sonra, iç kabuğu değirmenlerde çekilerek un haline getiriliyor ve bu un ağırlıklı olarak Gayrimüslimlerin Paskalya zamanında yaptıkları çöreklerde katkı malzemesi olarak kullanılıyor.
ESKİ KURU MEYVELER İÇİN BİR UMUT HALA VAR MI?
Malatya Pazarı’nın kurucularından Metin Palancı’nın söyledikleri, artık kaybolmaya yüz tutmuş bu lezzetlerin hayatımıza yeniden girme ihtimalinin olduğu umudunu hala taze tutar nitelikte: “Tüketiciler yakın bir geçmişe kadar lezzete değil süse batıyorlardı. Ancak günümüzün tüketicileri gösterişi bırakıp doğala dönmeye başladı. Yediğimiz herşey doğrudan doğruya suni gübreler ve hormonlarla yetiştiği için eski lezzetler kalmadı ve insanlar o eski tatları her geçen gün daha büyük bir özlemle anmaya başladı.”
Organik ve ekolojik ürün konsepti dünyada bir çığ misali büyüyor. Gübrelerle ve genlerle oynanmasının ardından ne olduğu belli olmayan bir ürün tablosu ortaya çıkmış durumda. Ama Anadolu’da kimyasal ilaçla tanışmamış köylü var. Bu topraklarda organik ve doğal yöntemlerle elde edilen besinler belki bir gün bir Avrupalının dikkatini çeker. Ve belki de bu sayede kaybolmaya başlayan bu lezzetler de bir gün yeniden “in” oluverir. Kim bilir?
eskiden konyada yaz ve kış hazırlıkları
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLER
Eskiden Konyalı bir ailenin dört mevsimine göre ayrılmış bir takım adet ve gelenekleri
vardı. Bunlar halen bazı yerli ailelerde kısmın görülmektedir. lkbaharda, Nisan ayının
ortalarından sonra ev işleri artardı. Evvela sobalar sökülür, temizlenir, rutubetsiz bir yerde
saklanır. Sıra halıların temizlenmesine gelirdi ki, ev halkı ile beraber komşuların yardımı da
istenirdi. Halılar ve kilimler bahçede veya sokakta çırpılırdı. Halının üzerindeki tozlar
süpürülerek naftalin saçılıp katlanır, serin bir yerde muhafaza edilirdi. Bu olaya göç denirdi.
Bu arada yataklar ve minderlerin yünleri dökülür, değneklerle döğülür, temizlendikten sonra
eski kılıflarına doldurulurdu. Bu eşyanın bazıları göçe konurdu. Odalardan kışlık serecekler
kaldırıldıktan sonra bu defa sedir üzerine divan yastıkları üzerine kar gibi beyaz etekleri
dantelli işlemeli yaygı ve örtüler serilirdi. Geniş odaların ortasına kilim yayılırdı. Bu işler
yapılmadan önce duvarlar kireç ise badana toprak sıva ise "ak toprak" cilası yapılır. Oda taban
tahtaları, dolap kapakları, pencere çerçeveleri fırça ile sürtülerek yıkanıp temizlenir, camlar
silinirdi. Ev eşyasından sonda, kışlık yiyecekler yıkanır, kurutulur, naftalinlenerek temizler
bohçalar içerisine konup, göçün üzerine bohça istifi yapılırdı. Bahar temizliği bittikten sonra
sıra sebzelerin kurutulmasına gelir. Taze nane ve maydanoz alınır, bol suda temizce yıkanıp,
sapları ayıklandıktan sonra gölgede kurutulurdu. Kurutma işleminden sonra, temiz keselere
konarak izbe duvarlarındaki çivilere takılırdı. Meram ve çevresinden bağ evlerine göçülür ve
yaz boyunca oralarda oturulurdu. Eskiden Konya'nın yerlileri, yağ, peynir, yoğurt ve süt
ihtiyaçlarını çarşıdan karşılamazlar evlerinde besledikleri inek veya mandıralardan temin
ederlerdi. Ayrıca güz ayında etlik yapmak için ve yine kışın kesmek maksadıyla 8-10 kadar
koyun ve keçi alınır, ahırın bir tarafına bağlanıp, gündüzleri bahçede veya civar meralarda
otlatılırdı. Güz aylarında bahar aylarına kadar ahır kapısı yanında toplanmış olan hayvanların
gübreleri, ev halkının veya bu iş için tutulan işçi kadınların yardımıyla yapma veya mayız
(tezek) denilen bir eşit kış yakacağı hazırlanır. Bunlar kışın tandıra ekmek yapmak için
yakıldığı gibi odun yerine sobada da yakılır. Kuruyan yapmalar tandır civarında yakacak
örtmesi veya yakacak damı denilen yerlerde intizamlı olarak kayılırdı.
Yaz Hazırlığı: Meyveler bu mevsimde olur, kışın ev ihtiyacını karşılayacak miktarda
vişne, kayısı, erik bahçede varsa ağaçlardan toplanır, yoksa çarşıdan satın alınırdı. Vişne
reçelinden başka vişne şurubu da kış için kaynatılırdı. Diğer taraftan kayısı, erik, üzeri
karanfille süslenmiş armut ve elma reçelleri hazırlanırdı. içleri yeşil sırlı çömleklere reçeller
doldurulur, ağızları okunup üflenerek ve ağız tadı ile yenmesi temennisiyle ağızları temiz bez
örtüler örtülür ve bağlanır, izbenin serin olan duvar diplerine konulur. Reçellerden sonra sıra
kurutmalara gelirdi. Sabah serinliğinde bahçedeki ağaçlardan toplanan kayısı, küfelere
toplanarak ikindi serinliğinde damın temiz bir yerine örtü veya hasır serilerek kayısılar
üzerine ayrılıp kurutulmaya bırakılırdı. Erik ve diğer meyvelerde aynı tarzda kurutulurdu.
Kayısı ve erik meyvesi fazla olgunlaşmış durumda olursa süzgeçten geçirilerek, içleri
yağlanmış bakır tepsilere pestil yapılmak üzere dökülürdü.
Kışın hoşaflık için vişne, elma kurutulur, bazıları kabukları soyulur dilimlere ayrılarak kurutulmaya hazırlanırdı.
Ayrıca yaz mevsiminde evin ihtiyacını karşılayacak nispette domates salçası çıkarılır, kabak, patlıcan ve biberleri içleri oyularak kurutulurdu.
Bazı sebzelerde ince dilimler halinde dam üzerinde kurutulmaya bırakılırdı.
Yaz aylarının sonlarına doğru sıra bulgur yapmaya ve nişasta çıkarmaya gelirdi. Bir kış mevsimi tarladan ve buğday pazarından yumuşak buğday alınır. Komşularla yardımlaşarak bulgur kaynatılırdı. Dama serilmiş olan örtülerin üzerine yayılarak kurutulur, iki günde kuruyan buğday çuvala konarak değirmende öğütülürdü.
Bundan sonra sıra kışlık ekmek buğdayına gelirdi. Bir kış yetecek miktarda birkaç ton buğday alınır, temizlenip yıkanır, kurutulduktan sonra değirmene götürülerek öğütülür ve izbedeki un
ambarına dökülür ve çuvallara konularak muhafaza edilirdi.
Sonbahar mevsiminin de kış hazırlıkları başlardı. Bu hazırlıkların başında hiç şüphesiz
üzüm bağı olanlar için pekmez, kaynatma gelirdi. Bağdan araba veya merkep üzerine
yüklenmiş küfelerle üzüm eve getirilir, yakacak, damı yakınında bulunan çamaşırhaneye
dökülür, salkımlardan iri ve sert olarak seçilerek sicimlerle birbirine bağlanır. şte bu
hazırlanmış Hevenk'ler tavan arası veya izbenin direklerine çakılmış çivilere asılırdı.
Çaraşa doldurulan üzümler ayakta ezilmek suretiyle suyu çıkarılır, ak topraktan geçirilen bu şıra
üzerinde kaynatılır, leğenden kazana alınarak soğutulmaya bırakılırdı. Pekmez kaynarken bir
kısmının içerisine kuru kayısı dilimlenmiş yahut ufak bütün kabak, patlıcan atılarak pekmezli
reçel elde edilirdi. Pekmez hazırlığı bittikten sonra sıra turşu kurmaya gelirdi. Sırçalı
küpçüklerle sebzesine göre ve evde en çok sevilen sebzelerin turşusu kurulurdu. Turşu
sirkeleri çarşıdan ziyade evlerde hazırlanırdı. Bu sirke ekseriye pekmez için sıkılan üzümün
posasından yapılırdı. Buna cıbra denirdi. Turşu hazırlığı bittikten sonra da sıra pastırma ve
sucuk yapılmasına gelirdi. Çarşıdan alınan veya evde beslenen kısır inek veya güve kesilerek
bir kısmından pastırma, bir kısmından sucuk yapılırdı. Sığır eti sucuğunun sert olmaması için
bir veya iki keçi-koyun kesilerek, etleri karıştırılırdı. Pastırmalar denge konulduktan sonra
sucuklar doldurulup kurutulur. Ayrıca kışın hazır olması ve çarşıdan et alınmaması için (etlik
yapma) denilen kavurma hazırlanırdı. Pazardan alınan 5-6 koyun veya keçi, yada ufak bir
sığır, eve getirilen kasap tarafından kesilerek etleri komşuların yardımıyla doğranır, bir kısmı
da kemikli olmak üzere kıyma denilen kavurma hazırlanırdı. Kavurma piştikten sonra
yardımda bulunmuş olan komşuların evlerine birer sahanın içerisi ekmekli kavurma
gönderilirdi. ki buna (ekmek salması) denir. Sıra en son kışlık yakacağı gelir. Ekseriye kışlık
yakacak bahardan alınıp kırılarak yapılır, halılar ve kilimler göçlerden çıkartılarak serilir,
sobalar kurutulur, kışlık giyecek eşyaları bohçalardan çıkarılarak giyime hazırlanır, bundan
sonra günlük ev işleri başlardı.
Eskiden Konyalı bir ailenin dört mevsimine göre ayrılmış bir takım adet ve gelenekleri
vardı. Bunlar halen bazı yerli ailelerde kısmın görülmektedir. lkbaharda, Nisan ayının
ortalarından sonra ev işleri artardı. Evvela sobalar sökülür, temizlenir, rutubetsiz bir yerde
saklanır. Sıra halıların temizlenmesine gelirdi ki, ev halkı ile beraber komşuların yardımı da
istenirdi. Halılar ve kilimler bahçede veya sokakta çırpılırdı. Halının üzerindeki tozlar
süpürülerek naftalin saçılıp katlanır, serin bir yerde muhafaza edilirdi. Bu olaya göç denirdi.
Bu arada yataklar ve minderlerin yünleri dökülür, değneklerle döğülür, temizlendikten sonra
eski kılıflarına doldurulurdu. Bu eşyanın bazıları göçe konurdu. Odalardan kışlık serecekler
kaldırıldıktan sonra bu defa sedir üzerine divan yastıkları üzerine kar gibi beyaz etekleri
dantelli işlemeli yaygı ve örtüler serilirdi. Geniş odaların ortasına kilim yayılırdı. Bu işler
yapılmadan önce duvarlar kireç ise badana toprak sıva ise "ak toprak" cilası yapılır. Oda taban
tahtaları, dolap kapakları, pencere çerçeveleri fırça ile sürtülerek yıkanıp temizlenir, camlar
silinirdi. Ev eşyasından sonda, kışlık yiyecekler yıkanır, kurutulur, naftalinlenerek temizler
bohçalar içerisine konup, göçün üzerine bohça istifi yapılırdı. Bahar temizliği bittikten sonra
sıra sebzelerin kurutulmasına gelir. Taze nane ve maydanoz alınır, bol suda temizce yıkanıp,
sapları ayıklandıktan sonra gölgede kurutulurdu. Kurutma işleminden sonra, temiz keselere
konarak izbe duvarlarındaki çivilere takılırdı. Meram ve çevresinden bağ evlerine göçülür ve
yaz boyunca oralarda oturulurdu. Eskiden Konya'nın yerlileri, yağ, peynir, yoğurt ve süt
ihtiyaçlarını çarşıdan karşılamazlar evlerinde besledikleri inek veya mandıralardan temin
ederlerdi. Ayrıca güz ayında etlik yapmak için ve yine kışın kesmek maksadıyla 8-10 kadar
koyun ve keçi alınır, ahırın bir tarafına bağlanıp, gündüzleri bahçede veya civar meralarda
otlatılırdı. Güz aylarında bahar aylarına kadar ahır kapısı yanında toplanmış olan hayvanların
gübreleri, ev halkının veya bu iş için tutulan işçi kadınların yardımıyla yapma veya mayız
(tezek) denilen bir eşit kış yakacağı hazırlanır. Bunlar kışın tandıra ekmek yapmak için
yakıldığı gibi odun yerine sobada da yakılır. Kuruyan yapmalar tandır civarında yakacak
örtmesi veya yakacak damı denilen yerlerde intizamlı olarak kayılırdı.
Yaz Hazırlığı: Meyveler bu mevsimde olur, kışın ev ihtiyacını karşılayacak miktarda
vişne, kayısı, erik bahçede varsa ağaçlardan toplanır, yoksa çarşıdan satın alınırdı. Vişne
reçelinden başka vişne şurubu da kış için kaynatılırdı. Diğer taraftan kayısı, erik, üzeri
karanfille süslenmiş armut ve elma reçelleri hazırlanırdı. içleri yeşil sırlı çömleklere reçeller
doldurulur, ağızları okunup üflenerek ve ağız tadı ile yenmesi temennisiyle ağızları temiz bez
örtüler örtülür ve bağlanır, izbenin serin olan duvar diplerine konulur. Reçellerden sonra sıra
kurutmalara gelirdi. Sabah serinliğinde bahçedeki ağaçlardan toplanan kayısı, küfelere
toplanarak ikindi serinliğinde damın temiz bir yerine örtü veya hasır serilerek kayısılar
üzerine ayrılıp kurutulmaya bırakılırdı. Erik ve diğer meyvelerde aynı tarzda kurutulurdu.
Kayısı ve erik meyvesi fazla olgunlaşmış durumda olursa süzgeçten geçirilerek, içleri
yağlanmış bakır tepsilere pestil yapılmak üzere dökülürdü.
Kışın hoşaflık için vişne, elma kurutulur, bazıları kabukları soyulur dilimlere ayrılarak kurutulmaya hazırlanırdı.
Ayrıca yaz mevsiminde evin ihtiyacını karşılayacak nispette domates salçası çıkarılır, kabak, patlıcan ve biberleri içleri oyularak kurutulurdu.
Bazı sebzelerde ince dilimler halinde dam üzerinde kurutulmaya bırakılırdı.
Yaz aylarının sonlarına doğru sıra bulgur yapmaya ve nişasta çıkarmaya gelirdi. Bir kış mevsimi tarladan ve buğday pazarından yumuşak buğday alınır. Komşularla yardımlaşarak bulgur kaynatılırdı. Dama serilmiş olan örtülerin üzerine yayılarak kurutulur, iki günde kuruyan buğday çuvala konarak değirmende öğütülürdü.
Bundan sonra sıra kışlık ekmek buğdayına gelirdi. Bir kış yetecek miktarda birkaç ton buğday alınır, temizlenip yıkanır, kurutulduktan sonra değirmene götürülerek öğütülür ve izbedeki un
ambarına dökülür ve çuvallara konularak muhafaza edilirdi.
Sonbahar mevsiminin de kış hazırlıkları başlardı. Bu hazırlıkların başında hiç şüphesiz
üzüm bağı olanlar için pekmez, kaynatma gelirdi. Bağdan araba veya merkep üzerine
yüklenmiş küfelerle üzüm eve getirilir, yakacak, damı yakınında bulunan çamaşırhaneye
dökülür, salkımlardan iri ve sert olarak seçilerek sicimlerle birbirine bağlanır. şte bu
hazırlanmış Hevenk'ler tavan arası veya izbenin direklerine çakılmış çivilere asılırdı.
Çaraşa doldurulan üzümler ayakta ezilmek suretiyle suyu çıkarılır, ak topraktan geçirilen bu şıra
üzerinde kaynatılır, leğenden kazana alınarak soğutulmaya bırakılırdı. Pekmez kaynarken bir
kısmının içerisine kuru kayısı dilimlenmiş yahut ufak bütün kabak, patlıcan atılarak pekmezli
reçel elde edilirdi. Pekmez hazırlığı bittikten sonra sıra turşu kurmaya gelirdi. Sırçalı
küpçüklerle sebzesine göre ve evde en çok sevilen sebzelerin turşusu kurulurdu. Turşu
sirkeleri çarşıdan ziyade evlerde hazırlanırdı. Bu sirke ekseriye pekmez için sıkılan üzümün
posasından yapılırdı. Buna cıbra denirdi. Turşu hazırlığı bittikten sonra da sıra pastırma ve
sucuk yapılmasına gelirdi. Çarşıdan alınan veya evde beslenen kısır inek veya güve kesilerek
bir kısmından pastırma, bir kısmından sucuk yapılırdı. Sığır eti sucuğunun sert olmaması için
bir veya iki keçi-koyun kesilerek, etleri karıştırılırdı. Pastırmalar denge konulduktan sonra
sucuklar doldurulup kurutulur. Ayrıca kışın hazır olması ve çarşıdan et alınmaması için (etlik
yapma) denilen kavurma hazırlanırdı. Pazardan alınan 5-6 koyun veya keçi, yada ufak bir
sığır, eve getirilen kasap tarafından kesilerek etleri komşuların yardımıyla doğranır, bir kısmı
da kemikli olmak üzere kıyma denilen kavurma hazırlanırdı. Kavurma piştikten sonra
yardımda bulunmuş olan komşuların evlerine birer sahanın içerisi ekmekli kavurma
gönderilirdi. ki buna (ekmek salması) denir. Sıra en son kışlık yakacağı gelir. Ekseriye kışlık
yakacak bahardan alınıp kırılarak yapılır, halılar ve kilimler göçlerden çıkartılarak serilir,
sobalar kurutulur, kışlık giyecek eşyaları bohçalardan çıkarılarak giyime hazırlanır, bundan
sonra günlük ev işleri başlardı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)