27 Ağustos 2008 Çarşamba

cendere ve link ve dibek ve oluk

3. Cendere

Cendere’nin kelime karşılığı olarak birden çok anlamı bulunmaktadır. Birinci anlamı tazyik, baskı olup [41]belki de fonksiyonuna en uygun anlam budur. Taze peynirin suyunu süzmek ve kalıba koymak için kullanılan sık dokumadan yapılmış torbaya da cendere adı verilmektedir.[42] Buradan da süzerek suyunu çıkarma gibi bir anlam çıkarılabilir.

Bu açıklamalardan sonra, cendere ne işe yaramakta, onun üzerinde durabiliriz. Susam ve yağdarı (haşhaş) ziraatı yapılan önemli bitkilerdi. Bu bitkiler her şeyden önce yağları için ekiliyorlardı. Susam ve yağdarı yağı en kıymetle yağlardı. Bunların birçok derde deva olduğu biliniyordu.[43]

Susam ve yağdarı ekilmekte ve olduktan sonra toplanmaktaydı. İçlerindeki taneleri çıkarılarak, ayrıştırılmaktaydı. İşte bu tanelerin yığının çıkarılması gerekiyordu. Önce taneler sabit bir tavaya konularak ateş üzerinde ocakta kavrulurdu. Kavrulan susam ya da yağdarı tanelerinin yağları “ cendere” denilen bir sistemle çıkarılmaktaydı. Bu sistem ahşaptan yapılmış ve karşılıklı iki kişinin birbirine ters yönde çevirerek sıkıştırdıkları sistem sayesinde taneler ezilmekteydi. Bu işlem iki defa yapılmaktaydı. Bir defa ezilen taneler aynı sistemle ikinci kez eziliyordu. Buradan alınan ezilmiş taneler kıl çuval içerisine konulmaktaydı. Kıl çuvalın ağzı bağlanmaktaydı. Bu çuval düz bir tahta üzerine konulmakta, yukarıdan ağır bir ağaçla çevrilip, sıkıştırılarak preslenmekteydi. Bunun sonucunda yassı tahtanın önünde bulunan çörtene doğru yağ akmakta ve çörtenin önünde de yağın aktığı büyük bir kap bulunuyordu. Böylece bu kıymetli yağ elde edilmekteydi. Kıl çuvalın içerisinde bulunan posaya ise, “ gövdün” deniliyordu. Gövdün ise, insanlar tarafından yenildiği gibi, hayvanlara da verilmekteydi. Çok besleyici özelliğe sahipti.

Cenderede yağ çıkarmak için yukarıda belirtildiği üzere, üç safha vardı. Birincisinde cenderenin bir parçası sayılabilecek ocakta susam ya da yağdarı taneleri kavrulmaktaydı. İkinci safha bu kavrulmuş tanelerin ezilmesiydi. Tıpkı bu ezme işi

“el” adı verilen demirle, ahşap el dibeğindeki ezme gibiydi. Zaten cendere yokken kavrulmuş susam ve yağdarı taneleri el dibeğinde “el” ile eziliyordu. Aynı zamanda cendere varken de evlerde kullanılıyordu. Üçüncü safhayı ise , ezilmiş tanelerin sıkıştırılarak yağlarının çıkarılması oluşturuyordu. Böylece susam ya da yağdarının yağları çıkarılarak kullanılıyordu. Başka yağ almaya ihtiyaç duyulmuyordu. Susam, yağdarı yağları yanında tereyağı, kuyruk yağı, iç yağı kullanımı başka yağ alınmasını gerektirmiyordu.

4. Lik

Lik’in çeşitli kelime karşılıkları olmakla birlikte, fonksiyonuna uygun adı tokmaktır.[44] Ayrıca link ya da ling kelimesinin anlamları da dikkate değerdir. Burada linkin birinci anlamı “pirinç dövmeye yarayan tahta dibek” olarak belirtilmesidir. İkincisinde ise “ merkezinden çıkan oka at koşulan, bulgur, yarma yapmaya yarayan değirmen” olarak ortaya çıkmaktadır.[45] Buradaki Lik aynı zamanda Link de olabilir. Zamanla “n” harfi düşerek daha kolay söylenir hale gelmiş olabilir.

Yukarıdaki tanımlamalar likin fonksiyonunu ortaya koymaya yetmektedir. Bölgede çeltik üretimi önemli bir yer tutmaktaydı. Özellikle Kirmir çayı kıyısında “ bük” adı verilen sulak yerlerde üretilmekteydi. Çeltik tarlalarına , yani “ leg”lere edilen çeltikler yetiştirilip, ürünü alındıktan sonra kabuklarının soyulup irincin elde edilmesi için başlangıçta taş dibekler ve çeltikleri bu dibeklerde dövmek ve kabuklarını çıkartmak için kılçıklama , bozlak ve ağartma adı verilen taş tokmaklar kullanılıyordu. Daha doğrusu tokmakların baş kısmı taştan, sapları ahşaptandı. Burada tamamen insan gücüne ihtiyaç duyulmaktaydı. Lik adı verilen sistemle insan gücü yerini hayvan gücüne bıraktı. Oluşturulan sistemle çeltik pirinç haline dönüştürülüyordu. Burada yassı bir taş üzerine çeltikler serilmekte, üstte teker gibi bir taş sisteme bağlıydı. Buradan dışa doğru bir ahşap kol uzanmakta ve bir katır ya da at bu kolu çevirerek ve düven sürer gibi sistemin etrafında dönerek çeltiklerin kabuklarının sıyrılmasını sağlamaktaydı. Böylece pirinç elde ediliyordu.

4. Dibekler

Dibekler içi güzel bir şekilde oyulmuş dış tarafları da düzeltilmiş büyük taşlardır. Bu dibekler çeltiklerin dövülerek pirince dönüştürülmesi için kullanıldığı gibi, kaynatılıp kurutulan bulgurların dövülmesi de bu dibeklerde olmaktaydı. Dibeklerde ahşap saplı taş tokmaklar kullanılmaktaydı. Bu tokmaklar kılçıklama , bozlak ve ağartmaydı. Sırasıyla dövülecek çeltik bu tokmaklarla dövülmekteydi. Önce kılçıklama kullanılmaktaydı. Bu tokmak çeltiğin kabuğunu kaldırırdı. İkinci olarak bozlak kullanılırdı. Bu tokmak çeltiğin kabuğunu tamamen sıyırmak içindi. Üçüncü olarak ağartma adı verilen tokmak kullanılırdı. Bu tokmak pirinci tamamen beyazlaştırırdı. Bulgur ise yalnız bozlak adı verilen tokmakla dövülürdü. [46]

Dibekler köy içinde uygun yerlerde bulunurlardı. Bu dibekler belirli şahıslar tarafından yapılmış olmasına rağmen, ticari amaca yönelik olmayıp herkesin yararlanması esasına dayalıydı. Dibeklere her hangi birinin sahiplenmesi söz konusu değildi. Herkes işi olduğu sürece bu dibeklerden yararlanmaktaydı. Günümüzde ise, bu dibekler hala varlığını korumaktadırlar ancak onlardan yararlanılmamaktadır.

5. Oluklar

Oluklar da sosyal hizmet vermektedirler. Olukları fonksiyonları bakımından iki grupta toplamak gerekir.bunlardan birinci gruba girenlerde ekin yıkanmaktadır. Ekinin tozu, toprağı ve içerisindeki çöpler böylece ayıklanmaktadır. Yıkanan ekin içerisinden çıkan saman çöplerine “ gavuz” adı verilmektedir. Oluklarda ekin yıkanması belirli bir sıraya göre yapılmaktadır. Bu sıra işine “ nöbet” denilmektedir. Sırası gelen ekinini yıkamakta ve yıkanan ekinler altı delik teneke kalbur ve süzgeçlerle sulu akıtılarak serilmektedir. Ekinler “ sergü” lerde kurutulmaktadır.

İkinci grubu üzüm sıkılan oluklar oluşturmaktadır. Eskiden tahta oluklarda üzüm sıkılırdı. Günümüzde tahta olukların yerini beton oluklar aldı. Bu olukların da çörtenleri bulunmakta, olukta çiğnenen üzümlerin suları, yani şıraları bu çörtenden bir kazana akmaktadır. Sıkılan üzümün posasına “ cibre” denilmektedir.

Eskiden olukta bulunan cibrenin üzerine yassı tahtalar konulmakta, yukarıdan zincire bağlı “ mengülüz taşı” adı verilen ağır bir taş indirilmekte , böylece cibre preslenerek kalan şırası da çıkartılmaktaydı. Günümüzde ise, telizlere konularak bu işlem yapılmaktadır. Ayrıca cibre belirli bir süre bekletilerek ekşitilir. Onun da suyu sıkılarak “ sirke” yapılır. Olukların bir kısmı köy içinde bir kısmı köy dışında bulunmaktadır. Özellikle ekin yıkanan oluklar köy yanı ya da dışında yer almaktadırlar. Üzüm şırası çıkarılan oluklar ise köy içinde belirli yerlerde bulunmaktadırlar. Ekin yıkanan olukların her hangi bir sahibi yoktur. Üzüm şırası çıkarılan olukların belirli şahıslar tarafından yaptırılmış olmasına rağmen herhangi bir sahiplenme söz konusu olmayıp herkesin hizmetine sunulmuşlardır.

4. Dibekler

Dibekler içi güzel bir şekilde oyulmuş dış tarafları da düzeltilmiş büyük taşlardır. Bu dibekler çeltiklerin dövülerek pirince dönüştürülmesi için kullanıldığı gibi, kaynatılıp kurutulan bulgurların dövülmesi de bu dibeklerde olmaktaydı. Dibeklerde ahşap saplı taş tokmaklar kullanılmaktaydı. Bu tokmaklar kılçıklama , bozlak ve ağartmaydı. Sırasıyla dövülecek çeltik bu tokmaklarla dövülmekteydi. Önce kılçıklama kullanılmaktaydı. Bu tokmak çeltiğin kabuğunu kaldırırdı. İkinci olarak bozlak kullanılırdı. Bu tokmak çeltiğin kabuğunu tamamen sıyırmak içindi. Üçüncü olarak ağartma adı verilen tokmak kullanılırdı. Bu tokmak pirinci tamamen beyazlaştırırdı. Bulgur ise yalnız bozlak adı verilen tokmakla dövülürdü. [46]

Dibekler köy içinde uygun yerlerde bulunurlardı. Bu dibekler belirli şahıslar tarafından yapılmış olmasına rağmen, ticari amaca yönelik olmayıp herkesin yararlanması esasına dayalıydı. Dibeklere her hangi birinin sahiplenmesi söz konusu değildi. Herkes işi olduğu sürece bu dibeklerden yararlanmaktaydı. Günümüzde ise, bu dibekler hala varlığını korumaktadırlar ancak onlardan yararlanılmamaktadır.

5. Oluklar

Oluklar da sosyal hizmet vermektedirler. Olukları fonksiyonları bakımından iki grupta toplamak gerekir.bunlardan birinci gruba girenlerde ekin yıkanmaktadır. Ekinin tozu, toprağı ve içerisindeki çöpler böylece ayıklanmaktadır. Yıkanan ekin içerisinden çıkan saman çöplerine “ gavuz” adı verilmektedir. Oluklarda ekin yıkanması belirli bir sıraya göre yapılmaktadır. Bu sıra işine “ nöbet” denilmektedir. Sırası gelen ekinini yıkamakta ve yıkanan ekinler altı delik teneke kalbur ve süzgeçlerle sulu akıtılarak serilmektedir. Ekinler “ sergü” lerde kurutulmaktadır.

İkinci grubu üzüm sıkılan oluklar oluşturmaktadır. Eskiden tahta oluklarda üzüm sıkılırdı. Günümüzde tahta olukların yerini beton oluklar aldı. Bu olukların da çörtenleri bulunmakta, olukta çiğnenen üzümlerin suları, yani şıraları bu çörtenden bir kazana akmaktadır. Sıkılan üzümün posasına “ cibre” denilmektedir.

Eskiden olukta bulunan cibrenin üzerine yassı tahtalar konulmakta, yukarıdan zincire bağlı “ mengülüz taşı” adı verilen ağır bir taş indirilmekte , böylece cibre preslenerek kalan şırası da çıkartılmaktaydı. Günümüzde ise, telizlere konularak bu işlem yapılmaktadır. Ayrıca cibre belirli bir süre bekletilerek ekşitilir. Onun da suyu sıkılarak “ sirke” yapılır. Olukların bir kısmı köy içinde bir kısmı köy dışında bulunmaktadır. Özellikle ekin yıkanan oluklar köy yanı ya da dışında yer almaktadırlar. Üzüm şırası çıkarılan oluklar ise köy içinde belirli yerlerde bulunmaktadırlar. Ekin yıkanan olukların her hangi bir sahibi yoktur. Üzüm şırası çıkarılan olukların belirli şahıslar tarafından yaptırılmış olmasına rağmen herhangi bir sahiplenme söz konusu olmayıp herkesin hizmetine sunulmuşlardır.

Hiç yorum yok: