Giriş
Türkler Cilalı Taş Çağı’nda Orta Asya’ya yerleştikten
sonra Ural Dağları
ile Altay Dağları arasındaki bozkır bölgesini anayurt
olarak seçmişlerdir.
Atlı göçebe kültürü burada doğup, gelişmiştir. At ve
koyun sürülerine sahip
Türkler ilkbaharda geniş meraları olan yaylalara göçüp;
sonbaharda ise kurak
vadilere ve bilhassa nehir kıyılarına inerek yaşamlarını
sürdürmüşlerdir
(Koşay, 1982). Türklerde hayvancılık ve buğday ekonominin
temelini
oluşturmuştur. Buğday ekemeyen ve bulamayanlar arpa,
çavdar ve darı
kullanırdı.
Eski çağlardan beri, Türklerde eti yenen hayvanların
başında koyun
gelmektedir.. Bunu sırasıyla keçi, at ve sığır
izlemektedir. Bu hayvanlar
aynı zamanda süt üretimi için de kullanılmıştır. Eski
Türklerde kısrak da
süt üretimi için kullanılmıştır (Baysal, 1990: 26).
879
Gıdaları buğday unu ile yoğrulmuş yağlı hamur işleri, süt
ve
mamullerinden oluşan çeşitli ürünler (kaymak, peynir,
yoğurt, ayran,
yağ), koyun, keçi ve at etinden yapılan yemekler,
içkileri kısrak sütünden
yapılan kımızdan oluşurdu (Koşay, 1982). Alkollü içecek
olarak da şarap
ayrıca darıdan yapılan boza içecekleri arasında yer
alıyordu.
Türklerin beslenme sisteminde asıl göz önünde
bulundurdukları nokta
yiyeceklerini uzun süre muhafaza ederek saklamak ve bu
maddelerin
tazelerini bulmanın güç olduğu zamanlarda yemektir. Bunun
nedeni ise
göçebe hayatı yaşamalarından kaynaklandığı
düşünülmektedir.
Türkler göçebe kültürünün etkisiyle gıda muhafaza
yöntemlerine önem
vermişlerdir. At üzerinde gıda muhafaza yöntemleri
uygulanmış ürünleri
tükettikleri kaynaklarda belirtilmiştir. Bunun nedeni ise
karınlarını hemen
doyurabilmeleri, zaman ve mesafeden kazanma avantajıdır
(Köymen,
1982).
İnsanoğlunun yerleşik yaşam düzenine geçtikten sonrada
gıda üretim ve
saklama tekniklerinin önemli bir bölümünün uygulanması
devam ederek,
birçok uygarlığa beşiklik eden Anadolu’dan başlayarak
dünyaya yayıldığı
ifade edilmektedir. Anadolu’ya gelen Türk boyları kendi
beslenme
kültürlerini birlikte getirdikleri gibi burada yaşayan
toplulukların beslenme
kültürlerinden de etkilenmişlerdir ve bunun sonucunda
Türk beslenme
kültürü oluşmuştur (Baysal ve ark. 1993: 1-4).
Bu çalışmada, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan süreçte
geleneksel
gıda muhafaza yöntemleri besin grupları dikkate alınarak
bir sistematik
halinde incelenmiş, devamlılık ve farklılıklar ortaya
konmaya çalışılmıştır.
Muhafaza yöntemlerinden ülkemiz genelinde uygulaması
olanlar araştırma
kapsamına alınmaya çalışılmış, yörelere göre uygulanan
yöntemler kapsam
dışı bırakılmıştır.
Et ve Et Ürünleri
Orta Asya’da Türklerin yiyeceklerinin başında et ve etten
yapılan
yiyecekler geliyordu. Et, günlük ihtiyaçlar için taze
olarak tüketilmesi
dışında, sonbaharda kesilen besili hayvan etleri kış için
saklanıyordu.
Etleri muhafaza etmek için kullanılan başlıca teknikler
ile geliştirilen
ürünler aşağıdaki gibi sıralanabilir;
Kurutma: Et güneşte kurutulmak suretiyle saklanıyordu.
Kurutulmuş
ete “kak et” deniyordu. Etin kemikli kısmı tuzlanarak
ağaçlara asılıp
saklanırdı (Baysal, 1990: 28, Genç, 1982). Yassı olarak
kesilmiş et de
880
tuzlanarak ağaçlara asılıyor ve güneşte kurutuluyordu. Bu
yöntemle etlerin
muhafazası Anadolu’da da devam etmiştir. Et, tuzlanıp,
sopalara dizilip
kurutulur, etleri sıyrılan kemikler kalın iplik üzerine
dizilerek güneşte
kurutulur. Etlerin kaburga kısımları tuzlanıp, güneşte
kurutulur (Koşay,
Ülkücan, 1961: 23).
Kavurma: Orta Asya’da sonbaharda kesilen hayvan eti küçük
parçalar
halinde doğranarak yağı ile birlikte pişirildikten sonra
küplere doldurulup
kış için saklanırdı. Bu uygulamaya kavurma denmektedir
(Baysal, 1990:
28).
Anadolu’da bu gelenek devam etmektedir. Kıyma veya
kuşbaşı
olarak hazırlanan et kızartıldıktan sonra yağı ile
birlikte kaplara dökülüp,
dondurulur. Siirt yöresinde kavurmaya tuz da eklenir.
Isparta yöresinde et
makinesinden çekilen et, tuzlanır ve tavada kızartılır.
İçerisine eritilmiş
iç yağı (donyağı) katılarak sahan veya tencerelere
dökülerek dondurulur.
Bu şekilde elde edilen kavurmaya “sızma” denir. Isparta
Uluborlu’da kap
içerisinde dondurulmuş olan kavurma una gömülerek
saklanır (Koşay ve
Ülkücan, 1961: 23-24). Osmanlı sarayında yemeklerin hemen
hepsinin
kavurma ile yapıldığı kaynaklarda yer almaktadır (Sarı,
1982).
Sucuk:Karaciğer ile etin baharat karıştırılmak suretiyle
bağırsağa
doldurulmasından elde edilen soktu (sogut) Orta Asya’da
başlıca
yiyeceklerden biriydi. Soktu, bugün kullandığımız sucuğun
Orta Asya’ya
dayandığının kanıtıdır.
Anadolu’da geleneksel olarak, makinede kıyılan etler yedi
türlü baharat
katılarak bumbar (bağırsak) içine doldurulup, gölgede
kurutulur (Genç,
1982).
Pastırma: Pastırmanın ilk defa Orta Asya’da yaşayan
Türkler tarafından
yapılıp, Orta Çağlarda Avrupa’ya akın eden Hun Türkleri
tarafından yiyecek
maddesi olarak kullanıldığı Roma’ya ait tarihi
kalıntılarda belirtilmektedir.
Orta Asya bozkırlarında yaşayan göçebe Türklerin
sonbaharda kışa hazırlık
olarak “tuzlu, kuru ve dumanlı et konserveleri yapmaları
bu sanatın Orta
Asya’dan geldiğini göstermektedir (Birer, 1987: 1).
Orta Asya’da baharat ile kurutularak saklanan ete “yazok
et” veya
“yazak et” deniyordu. Et, karabiber başta olmak üzere
baharatlarla
hazırlanıp kurutulur, öylece bırakılır, ilkbaharda
hayvanların zayıf olduğu
zaman yenirdi. Pastırma ve sucuk göçebeliğin gereği
olarak ortaya çıkmış
Türk yiyecekleridir. Kurutulmuş et ve pastırma savaş
sırasında büyük
önem taşımıştır (Tezcan, 2000: 24).
881
Pastırma günümüze kadar hem geleneksel olarak aile
ihtiyacını
karşılamaya yönelik hem de et sektöründe önemli bir et
ürünü olarak yer
almaktadır. Yozgat yaylası, Sivas, Gemerek, Maraş,
Çukurova, Erzurum ve
Kars yaylasında yetiştirilmekte olan sığırların pastırma
için elverişli olduğu
söylenmektedir. Kesilen hayvanlar önce 9 parçaya
ayrılarak yazın 8–12,
kışın 5–6 saat bekletildikten sonra 36 parçaya ayrılır.
Uçlarına ip bağlanmış
parça etlerin üzerine bıçak kesikleri yapılarak, kuru
tuzla muamele edilir,
üst üste konularak 24 saat bekletilir. Daha sonra ayrı
bir yerde en üstteki
en alta gelecek şekilde et parçaları değiştirilip, 24
saat daha bekletilerek
kuru tuzla tuzlanmış olur. Bu işlemden sonra % 0,2 - %
0,3 oranında tuzlu
su hazırlanmış kazana daldırılmak suretiyle yıkanır ve
3-5 veya 10-15 gün
kurutmak üzere asılır. İlk kurutmadan sonra bıçak
yerlerinin kapanması
ve şekil verilmesi için et parçaları üst üste konularak
6-12 saat 200 kg’lık
ağırlık altına bırakılır. İnce parçalar için gerek
duyulmasa bile, kalın parçalar
1-3 gün veya 10 gün daha ikinci kurumaya (terlemeye) bırakılır.
Etler
öğleden sonra toplanarak serin esintisiz yerde
(boyundurukta) 5-10 gün
bırakılır. Daha sonra 1-4 veya 20 gün çemenlemeye
bırakılır. Çemen; boy
otu tohumları, kimyon, toz kırmızıbiber, kıyılmış veya
dövülmüş sarımsak
ve yeterince su katılarak elde edilen hamur kıvamında bir
karışımdır.
Pastırmaların üzerine çekilen çemenin kalınlığının fazla
olmaması gerekir.
Pastırmanın kurutulması serin ve açık havada
yapılmalıdır. Fazla rüzgar ve
güneşte etin dış kısmında erken oluşan kuru tabaka, iç
kısmın kurumasını
geciktirir (Birer, 1987: 2-3). Günümüzde pastırma Kayseri
de yapılmakta
ve bu ilimiz pastırma ile bütünleşmiş durumdadır.
Tuzlama: Anadolu’da et, büyük parçalar halinde iyice
tuzlanıp, kaplara
(fıçılara) basılır. Pişirmek için bir gün önce kaptan
çıkarılıp, suda bekletilir.
Isparta yöresinde, tuzlanan et, bir kap içerisinde 3 gün
bırakıldıktan
sonra ipe dizilip, güneşte kurutulur. Bu ete “kakaç” adı
verilir. (Koşay ve
Ülkücan, 1961: 23-24).
İç Yağı: Orta Asya’da Türklerin yağ ihtiyaçlarını
karşılamada hayvansal
yağlar büyük öneme sahipti. İç yağına “yakrı” denirdi. İç
yağı eritilip kaplara
doldurularak saklanırdı. İç yağı tatlı tuzlu yemeklerde
kullanılırdı.
Etlere uygulanan bu işlemler geçmişten günümüze değişerek
de olsa
devamlılık göstermiştir (Öğel, 1978: 14-15).
Süt ve Süt Ürünleri
Orta Asya Türklerinin hayvancılığa dayalı mutfak
kültürlerinde
süt ve sütten yapılan yiyecekler de çok önemli bir yere
sahiptir. Bugün
882
kullandığımız süt işleme teknikleri o çağlarda da
kullanılıyordu. Süt ve ağız
öylece içildiği gibi kaymak, yoğurt, peynir, sogut
(çökelek), yağ yapılarak
da yaygın olarak tüketilmekteydi. Yağ yemek dışında
deriyi yumuşatma
amaçlı olarak da kullanılmaktaydı (Köymen, 1982).
Yoğurt Mayası: Anadolu’da yoğurt mayalamak için bir
miktar yoğurt
,karınca yumurtaları ,Bunun dışında bazı yörelerde de
palamut kapsülleri
içinde bulunan asit aynı amaçla kullanılmaktaydı(Koşay ve
Ülkücan,
1961: 28).
Yoğurt: Yoğurt çok eski zamanlardan beri Türklerce
bilinen milli bir
yiyecektir. Orta Asya’da sütün “kor” adı verilen maya ile
mayalanması
sonucu yoğurt elde ediliyordu. Sütten yapılan yoğurt taze
olarak yendiği
gibi, kurutularak kış için saklanır ve buna “kurut” adı
verilirdi. (Ögel,
1978: 23).
Anadolu’da yoğurdun daha uzun süre dayanması için
geliştirilen
saklama teknikleri şöyle sıralanabilir;
1. Yoğurt: süzülüp kaplara konur, üzerine 2 parmak don
yağı sızdırılır,
ağzı kapatılır kışın açılır.
2. Peskütan: Yoğurt yayıldıktan sonra, ayrana bir avuç un
veya yarma
atılır koyuluncaya kadar kaynatılır. Soğutup, torbalara
konur ve süzülür.
Hazırlanan bu madde küplere basılır. Üzerine tuz ekilip
donyağı ile
kapatılır, kışın açılır.
3. Kurut: Yoğurt torba içerisinde iyice süzülür, bolca
tuzlanarak
yoğrulur. Küçük yuvarlaklar yapılarak kurutulur. Buna
Erzurum yöresinde
pestikan da denir. (Koşay ve Ülkücan, 1961: 25).
4. Tarhana: Tarhana da Türk halkının beslenmesinde çok
eski bir yere
sahip olan yiyeceğimizdir. Orta Asya’dan göç etmeden önce
kullanılmakta
olan bu yiyecek, göçlerle birlikte komşu memleketlere ve
imparatorluk
devrinde Balkanlara da yayılmıştır.Tarhana buğdaydan
yapılmasına rağmen
yoğurdun saklama şekillerinden birisidir (Oğuz, 1976:
642, Koçtürk, 1964:
14).
Her yörede çok değişik, fakat aynı prensibe dayalı
usullerle
hazırlanmaktadır. Çevrenin ve ekonomik seviyenin
gereklerine uygun
kalıplar içinde hazırlanan tarhana genellikle yoğurt –
buğday karışımından
ibaret olup, buna süt, bazı sebzeler veya sebze suları
ile soğan ve bazı
yeşil otlar katılmaktadır. Tarhana yapımında iki temel
farka örnek verecek
olursak;
883
1. Yarma Tarhanası: Ankara ve çevresinde, yarmaya yoğurt
veya
ayran, tuz, ekmek mayası, çörek otu, domates suyu eklenip
yoğrulur. İki
gün mayalanmaya bırakılır. Ceviz büyüklüğünde parçalara
ayrılarak bir
bez üzerinde kurutulur. Kuruduktan sonra avuç içinde
ufalanarak elekten
geçirilir. Bir torbaya konarak saklanır. Kayseri
yöresinde bu hamur yaş
olarak da saklanmaktadır. Malatya yöresinde, dövme
pişirildikten sonra
içerisine ayran, yabani nane ve tuz karıştırılarak
tarhana hazırlanmaktadır.
Bazı yörelerde ise tarhana hamuru avuç içinde yassı şekil
verilip,
kurutularak bu şeklide saklanmaktadır. (Koçtürk, 1964:
15-19).
2. Un Tarhanası: Çanakkale ve çevresinde nohut, domates,
soğan, biber,
zeytinyağı bir arada bir süre kaynatıldıktan sonra yoğurt
ve una karıştırılıp
yoğrulmakta, birkaç gün mayalanmaya bırakılmakta, daha
sonra küçük
parçalar halinde kurutulmakta ve avuç içinde ufalanıp,
elekten geçirilerek
bez torbalarda saklanmaktadır (Koçtürk, 1964: 15-19).
Peynir Mayası: Geçmişten günümüze peynir yapımında
çeşitli
şekillerde hazırlanmış mayalar kullanılmaktadır. Peynir
yapımında
kullanılan mayaları iki başlık altında incelemek
mümkündür.
Tabii Mayalar: Peynir mayası koyun ve kuzuların
midelerindeki
maddelerden temin edilir.
1. Kuzu ve koyunların mideleri güzelce tuzlanarak
muhafaza edilir.
Buna sarkanak denir. Midelerin içindeki maddelerden
peynir yapılır.
2. Süt emen ve daha ot yemeğe başlamamış olan kuzuların
midesine
kursak denir. Yalnız sütten ibaret olan kuzu
kursaklarından yapılan peynir
gayet makbuldür. Çünkü bunların mayası yine süttür. Keçi
oğlağının
kursağı kuzununkinden daha itibarlıdır. Çünkü oğlak
kursağı peynire ayrı
bir çeşni verir.
3. Sığır sarkanağı da peynir mayası için tuzlanıp,
saklanır. Fakat sığır
sarkanağının maya olarak kullanılabilmesi için ; içine
bir miktar nohut,
incir atılması lazımdır.
Yapma Mayalar: Bu mayalar tabii maya bulunmadığı zaman
kullanılır.
1. İncir sütü: İncir ağaçlarının kırılan dallarındaki acı
ve akıcı bir
maddeden yapılır. Bu madde beyaz süt halindedir. Bundan
bir kilo süte
tahminen 2–3 damla konduğu ve karıştırıldığında peynir
olur.
2. Olgunlaşmış 1 – 2 incir, 3–4 harnup, bir avuç nohut ve
bir miktar
şap birlikte güzelce dövülerek macun haline getirilir.
Bir yerde saklanır.
884
Peynir yapılacağı zaman 5 kilo süte bu macundan 2–3 gram
karıştırılarak
kullanılır (Koşay ve Ülkücan, 1961: 28).
Peynir: Orta Asya’da hem yağlı, hem yağsız sütten peynir
yapılmaktaydı.
Peynir taze olarak tüketildiği gibi, belirli ölçüde
suyunu süzerek kaplara
basmak suretiyle uzun süre muhafaza edildikten sonra da
tüketilmekteydi.
Peynir ve buna benzer yiyecekler toprak ve deriden
yapılmış kaplara
basılıyordu. Saklama kapları, hava almayacak şekilde
kapatılıyor, böylece
içerisindeki besinleri bozulmadan uzun süre saklamak
mümkündü.
Anadolu’da salamura peynir ve tulum peyniri en eski
peynir çeşitleri
olarak bilinmektedir. Koyun veya inek sütü mayalanır,
katılaşınca
ortasından kesilerek torbalarda bekletilerek suyu
süzüldükten sonra parça
parça tuzlanır, fıçıya dizilir. Sonbaharda tenekelere
konup, tuzlu su eklenir.
Buna salamura peynir denir.
Bir yaşındaki koyun derisinin tüyleri kesilir, sabunlu su
ile yıkanır. Ters
çevrilir, ufalanan peynir sıkıca içine basılır. Hava
almaması için üzerine
büyükçe taş konup kapatılır. Bazı yörelerde rendelenen
peynire çörek
otu karıştırılarak tuluma basılır. Buna tulum peyniri
denir. Peynir ve yağ
tulumları soğuk bir yerde saklanır (Ögel, 1978: 29-350).
Çökelek: Orta Asya’da tereyağı ayrıldıktan sonra kalan
ayrana tuz
katılarak kaynatılıp süzüldükten sonra “çökelek”, “keş”,
“sogut” gibi
adlarla anılan bir tür peynir yapılırdı.
Anadolu’da da tereyağından arta kalan ayran, kalaylı
kaplar içerisine
boşaltılarak hafif ateş üzerine bırakılıp, ısıtılır.
Sonra dinlenmeye terkedilir.
Bir müddet sonra sütün tortusu dibe çöker. Üzerinde kalan
gök renkteki
suyu boşaltılıp, tortu kısmı torbalara konur. Üzerine taş
bastırılarak suyu
tamamen süzülür. Böylece yendiği gibi, kış için
tuzlanarak küplere basılır.
Bazen aralarında peynir ufalanarak ilave edilebilir. Bu
hazırlanan çökelek
kapları toprak içine başaşağı dikilir. Kışın ihtiyaç
duyulunca çıkarılarak,
tüketilir.
Siirt yöresinde ayranı testilere koyarak ağzını
kapatırlar. Kapalı testiler
serin bir yerde muhafaza edilir. Bunun için en iyi yer
toprak altıdır. Kışın
yerin altına konan testi güzün çıkarılır. Testi içindeki
ayran bu süre içinde
katılaşarak çökelek haline gelmiştir (Öğel,1978: 29-35).
Tereyağ : Orta Asya’dan bu yana devam eden bir süt
ürünüdür. Orta
Asya’da yoğurt, ılık su katılarak hayvan derisinden
yapılan tulumlarda
yayıklanıp, tereyağı elde edilirdi. Buna “sağ yağ”
deniyordu. (Köymen,
885
1982, Genç, 1982).
Anadolu’da da yoğurt yayık içine konur, içerisine su
dökülür ve
çalkalanır. Köpük üzerinde biriken yağlar alınır. Bu
işlem 6–8 kez
tekrarlanır. Yağlar tuzlanıp yoğrulur. Karın içerisine
doldurulur, basılır.
Rüzgarlı yere asılır. (Koşay ve Ülkücan, 1961: 34).
Akçakatığı: Anadolu’da yoğurttan yapılan bir yiyecektir.
Yoğurt bir deri
içerisinde biriktirilir. Su ile çalkalanır. Üzerinde
toplanan yağ alındıktan
sonra geriye kalan ayran süzülür. İçerisine tuz ve
karanfil katılarak derinin
içerisine bırakılır. Isparta Keçiborlu’da buna akçakatığı
denir. (Koşay ve
Ülkücün, 1961:19).
Karın Kaymağı: Orta Asya’da Türklerin yağlı sütten elde
ettikleri bir
diğer besin maddesi de kaymaktır. Süt üzerinde oluşan
kaymak tabakası
toplanarak, ayrı bir besin maddesi olarak
kullanılmaktaydı (Köymen,
1982, Genç, 1982).
Anadolu’da geleneksel olarak kaymak elde etmek için;
tekneye konup
ılıtılarak bir gün bekletilen sütün üzerindeki kaymak
tabakası alınıp, sütü
süzülür. Kaymak pamuk bez torbaya konup, üzerine ağırlık
basılır. İyice
katılaştıktan sonra karanlık ve rutubetsiz yere asılır
(Koşay ve Ülkücün,
1961: 25).
Kımız: Orta Asya’da kısrak sütünden elde edilen, eski
Türklerin en
önemli içkisiydi. Kımız, kabın dibindeki olmuş kımız
artığının üzerine
kısrak sütü dökmek suretiyle elde edilmektedir (yaklaşık
15 kg çiğ süte
1-1.5 kg maya kımız ilave edilir). Sağılan süt,
Kırgızcası “çanac” denilen
yayığa dökülür, yayığa doldurulan at sütü, yayığın içine
sokulan ince uzun
bir değnekle ortalama 5-6 saat aralıksız dövülür. Uzun
bir dövülmeden
sonra çiğ süt, artık kıvamına gelmiş “kımız” olarak
bekletilemeye bırakılır.
Kımıza dönüşen sütün tam içilecek hale gelmesi için
yaklaşık 6 saat
bekletilmesi gerekir. Kımız mayasına da yoğurt mayasında
olduğu gibi
“kor” adı verilmektedir. Kımız, hayvan derisinden yapılan
tulumlarda
saklanmakta ve ihtiyaç duyulduğunda içilmektedir (Köymen,
1982, Genç,
1982).
Tahıllar
Buğday kullanım alanı en geniş olan bu nedenle Türk
mutfak kültüründe
ayrı öneme sahip besindir. Orta Asya’da Türklerin
kullandıkları zirai
bitkilerin başında buğday gelir. Buğday yetişmeyen
yerlerde arpa, çavdar
ve darı da kullanılan diğer hububatlardır. Buğday,
taneler sertleşmeden önce
886
alevde ütülür, sonra dövülerek yenirdi. Kışın, ateşte
kızartılarak kavurga
denilen bir tür kuruyemiş yapılır ve bu şekilde de
tüketilir (Köymen, 1982,
Genç, 1982). Buğdaydan elde edilen diğer ürünler:
Un: Orta Asya’da buğdayı taş değirmenlerde öğüterek un
elde
ediliyorlardı ve pek çok yiyeceklerinin temel maddesi
olarak kullanıyorlardı.
Anadolu’da da geleneksel olarak buğday, arpa, mısır gibi
tahılların
ayıklanıp, yıkandıktan sonra kurulup, taş değirmende
öğütülmesiyle un
elde edilmektedir (Koşay ve Ülkücan, 1961;19).
Bulgur: Geleneksel Türk mutfağına ait olan ve sadece Türk
mutfağında
kullanılan bulgur Orta Asya’dan günümüze kadar gelmiş
buğdayın
muhafaza şekillerinden birisidir. Bulgurun yapım
aşamaları teknolojik
gelişmelerin etkisi ile daha modern şekle dönüşmüş olsa
da Orta Asya’dan
bugüne temelde aynıdır. Buğday yıkanıp, haşlanır.
Kurutulduktan sonra
sokuda (dibekte) üzerine su serpilerek döğülür ve kepeği
ayrılır. Değirmende
öğütülür. Bulgur üç farklı elekten geçirilerek tane
büyüklüğüne göre
ayrılır.
a. Baş Bulgur: Pilav, bumbar dolması gibi yemeklerin
yapımında
kullanır.
b. Orta Bulgur: Çiğ köfte, içli köfte gibi yemeklerin
yapımında
kullanır.
c. Simit (ince bulgur): Pilav yapımında kullanılır.
İnce elekten geçen bulgur tozu irmik olarak kullanılır.
(Koşay ve
Ülkücan, 1961: 18).
Dövme-Yarma: Buğdayın dövülmesi suretiyle elde edilen
yarma
Orta Asya’da “yarmaş” olarak adlandırılmaktaydı. (Köymen,
1982).
Anadolu’da; buğday nemlendirilip, sokuda (dibekte)
dövülerek kepeğinden
ayrılır, kurutulur. Buna dövme denir. Keşkek, aşure,
çorba yapımında
kullanılır. Dövme değirmende kırılarak yarma elde edilir.
Yarma da bulgur
gibi elekten geçilerek büyüklüğüne göre ayrılır. Baş
bulgur eleğinin
üstünde kalan; pilavlık, orta bulgur eleğinin üstünde
kalan; pıt pıt, orta
bulgur eleğinin altına geçen; çeşitli köftelerin
yapımında kullanılır. (Koşay
ve Ülkücan, 1961: 18-19, Oğuz,1976: 662).
Yufka: Unun saklama şekillerinden olan yufka kışlık ekmek
olarak da
bilinir. Uygulaması günümüzde de devam etmektedir. Buğday
unu, su ve
tuz yoğrularak, hazırlanan hamur bezelere ayrılır, zar
gibi ince açılır, ateş
üzerine konan saç üzerinde altı ve üstü hafif kızarana
dek pişirilir. Daha
sonra nemsiz yerde saklanır.
887
Erişte: Anadolu’da buğday ununa süt, yumurta ve su
karıştırılarak
yoğrulur. 3 mm kalınlığında yufkalar açılır. Bıçakla ince
ince kesilerek
3 cm. uzunluğunda çubuklar yapılır. Serin bir yerde
kurutulur. Makarna
gibi pişirilir. (Koşay ve Ülkücan, 1961: 23). Orta
Asya’da “kıyma ügre”
dedikleri bir çeşit eriştenin yemeği yapıldığı
bilinmektedir (Genç, 1982).
Kuskus: Anadolu’da yumurta, su ve süt bir kaba içerisinde
çırpılarak
hazırlanır. Hamur teknesine un elenir. Unun üzerine biraz
bulgur atılır
ve kevgirle yumurta-süt karışımını serpiştirilir. Elle
daireler çizerek un
bulgura yedirilir ve mercimek büyüklüğünde kuskuslar
yapılır. Teknedeki
kuskuslar elenerek çıkarılır. Bütün malzeme bitene kadar
aynı işlem
tekrarlanır. Kuskuslar güneşte kurutulur. (Koşay ve
Ülkücan, 1961: 25).
Şehriye: Buğday unu yumurta ve sütle yoğrulur. Hamura
parmaklarla
arpa şekli verilerek kurutulur (Koşay ve Ülkücan, 1961:
30). Orta Asya’da
adına “ügre” dedikleri bir çeşit şehriye yemeği
yapılmaktaydı (Genç,
1982).
Nişasta: Buğday bir kazana konarak üzeri su doldurulur.
Hergün suyu
değiştirilir. Kabuğu çıkacak hale gelince suyu süzülür.
Buğday iyice ezilir.
Posası ayrılır. Temiz çarşafa serilerek nemli iken
ovulur. Elenir ve güneşte
kurutulur (Koşay ve Ülkücün, 1961;26).
Sebze ve Meyveler
Orta Asya’da sebzelerden; başta patlıcan olmak üzere,
hıyar, havuç,
ıspanak, soğan, turp, kereviz, marul ve kendiliğinden
yetişen bazı otlar,
meyvelerden; elma, armut, erik, ayva, üzüm ve kavun besin
olarak
kullanılıyordu. Anadolu’ya göç ettikten sonra kullanılan
sebze ve meyve
çeşitleri artmıştır (Baysal, 1990: 27-34).
XI. yüzyılda Türklerin ıspanak, karnabahar, kabak, turp,
havuç, soğan,
sarımsak, patlıcan, hardal, kara pazı ve şalgam gibi
sebzelerin ziraatını
yaptıkları bilinmektedir (Genç, 1982).
XI. yüzyılda bol olarak yetiştirdikleri üzüm , elma,
armut şeftali ,kayısı,
erik, ayva, dut, iğde, fıstık ve ceviz gibi meyveleri bol
olarak yedikleri
Yusuf Has Hacib’in eserinde bildirilmektedir. (Köymen,
1982, Genç,
1982). Sebze ve meyvelere uygulanan muhafaza yöntemleri
aşağıdaki
şekildedir;
Turşu (Salamura ve sirke ile saklama) : Salatalık, biber,
patlıcan, taze
fasulye, gök domates, pancar, şalgam, lahana, acur,
kavun, üzüm vb. sebze
ve meyveler hazırlanan tuzlu su veya sirkenin içine
bırakılır. Aroma vermesi
888
ve mayalanmayı hızlandırması için nohut, arpa tanesi,
maydanoz, sarımsak
da eklenebilir. Üstüne ağır ve temiz taş, tahta konularak
yiyeceklerin suyun
üstüne çıkması engellenir. Fermantasyon tamamlandıktan
sonra tüketilir.
Turşu da diğer muhafaza şekilleri gibi geçmişten günümüze
taşınmış ve
Türk sofralarının vazgeçilmezi olmuştur. Diğer dünya
mutfaklarında da yer
almasına rağmen bizim mutfağımızda ki aromaya sahip
değildir (Koşay ve
Ülkücün, 1961: 34, Oğuz,1976: 658).
Salça: Domates Türk mutfağına sonradan girmiş olmasına rağmen
kullanım açısından diğer mutfakları geçmiş durumdadır.
Domatesin saklama
şekillerinden olan salça diğer mutfaklarda sos veya
ketçap şeklindedir.
Salçanın yapımı evlerde şu şekildedir: Olgun domatesler
yıkanır. Bir kap
içerisinde üç gün güneşte bırakılır. Sonra bıçakla
doğranan domatesler bir
gün daha bekletilir. Domatesler ezilerek suyu süzgeçten
geçirilir. Tohum
ve kabuk kısımları ayrılır. Domates suyu ocakta
kaynatılarak veya güneşte
koyulaştırılır. Kaplara doldurularak saklanır. (Koşay ve
Ülkücan, 1961;29-
30).
Ülkemizde kırmızıbiberler de salça yapımında
kullanılmaktadır. Biber
salçası yapmak için; yıkanıp ayıklanan biberler
kazanlarda kaynatılıp,
süzgeçten geçirilerek kabuk ve çekirdeklerinden ayrılan
öz, tekrar
kaynatılarak koyulaştırılır. Bu şekilde kış boyunca
muhafaza edilir.
Kurutma: Eski çağlardan beri patlıcan, biber ve asma
yaprağının
kurutularak muhafaza edildiği bilinmektedir. Domates,
patlıcan, biber,
kabak, fasulye, bamya vb. sebzeler ve yıkanıp, uygun
şeklide ayıklanarak,
bütün halinde veya doğrandıktan sonra güneşte kurutulur
(Koşay ve
Ülkücan, 1961: 24-27).
Orta Asya’da meyvelerden bazılarının kurutulmak suretiyle
kış için
saklandığı kaynaklarda belirtilmektedir (Köymen, 1982,
Genç, 1982).
Anadolu’da da erik, kayısı, üzüm, elma, armut gibi
meyveler kurutularak
kış için saklanır. “Kak” adı verilen kurutulmuş meyveler
kış aylarında su ile
pişirilir, pekmez, katılarak tatlandırılır (Oğuz,1976:
653). Siirt yöresinde
kavun kesilerek kurutulur. Buna gorgit denir. Kışın
yemeği yapılır.
Yaprak: Taze üzüm yaprakları toplanarak her yaprak
arasına tuz
serpilerek üst üste çömlek içine yerleştirilir. Üzeri
bezle örtülerek saklanır.
Yapraklar kap içerisine yerleştirilip, üzerine tuzlu su
doldurularak
salamurada da saklanabilir.
Ezme: Erik kaynatılır. Suyu süzülerek ayrılır, posalı
kısım ezilerek
çekirdeği çıkarılır. Biraz şeker veya pekmez eklenir
(Koşay ve Ülkücan,
889
1961;24).
Pekmez: Orta Asya’da üzüm suyunun pekmez toprağı ile
kaynatılıp
koyulaştırılması ile elde edilen “bekmes” tatlandırıcı
olarak yaygın
kullanılan çok eski bir yiyecektir. Şeker teknolojisinden
önce bal ve
pekmez ile tatlılar hazırlanırdı. (Köymen, 1982, Genç,
1982).
Anadolu’da üzüm başta olmak üzere dut, erik, elma, armut,
şeker
pancarı, karpuz, gül, nar, keçiboynuzu gibi meyvelerin
sularının yerel
yöntemlere göre kaynatılarak koyulaştırılması ile pekmez
elde edilir.
Yapılan pekmezler renklerine, kıvamlarına ve tadlarına
göre birbirinden
ayrılabilirler. Pekmezleri tadlarına göre; ekşi veya
tatlı pekmezler,
kıvamlarına göre; katı veya cıvık pekmezler, renklerine
göre; kara veya açık
renkli pekmezler diye ayırabiliriz. Çok eski zamanlardan
beri yapılmasına
karşın, pekmezin işleme tekniğinde pek fazla bir değişme
olmamıştır. Üzüm
bağlarından toplanan pekmezlik üzümler yıkanır.
Saplarından ayrılır, şırası
çıkarılır. Üzüm şırasının asiditesini dengelemek yani
ekşimesini önlemek
için “pekmez toprağı” denilen, içinde %90 ve daha fazla
CaCO3
(kalsiyum
karbonat) bulunan beyaz toprak kullanılır. Bu toprak,
şıranın asiditesini
tamamen veya kısmen gidermesinin yanısıra şıranın
berraklaşmasına ve
süzülmesine de yardım eder. Pekmez toprağı 100 kg şıraya
0,1–1 kg olarak
katılır. Pekmez toprağı eklenmiş şıra 5–10 dakika
kaynatılarak kestirilir.
Kaynatma sırasında üzerinde biriken köpükler alınır.
Koyulaşan pekmez
kaplara doldurularak saklanır (Birer, 1983).
Pestil: Erik veya dut şırası kaynatılarak koyulaştırılır,
kurutularak pestil
elde edilir. (Koşay ve Ülkücan, 1961: 25).
Bandırma: Nişasta ve pekmez birlikte kaynatılır. İpe
dizilmiş ceviz
bu karışıma bulanarak kurutulur. Buna cevizli sucuk da
denir. (Koşay ve
Ülkücan, 1961: 25).
Köhter: Üzüm şırası ve nişasta kaynatılır. Tepsiye
dökülüp, soğuyunca
kesilir. Tire yöresinde şıra ve nişasta kaynatıldıktan
sonra güneşte kurutulur,
buna köhter denir. (Koşay ve Ülkücan, 1961: 25).
Reçel ve marmelat: Reçel yapılan meyvelerin başında
çilek, vişne,
kiraz, kayısı ve ayva gelmektedir. Ayva, kayısı, erik ve
şeftaliden marmelat
da yapılır. Reçel yapımında meyveler bütün veya parça
halinde, marmelat
yapımında ise ezilerek tatlandırıcı ile kaynatılır.
Tatlandırıcı olarak bal ve
pekmez kullanılırken, zamanla bunların yerini şeker
almıştır. Hazırlanan
reçel ve marmelatlar eski zamanlarda içi sırlı toprak
kaplarda saklanmakta
idi (Baysal, 1990: 35). Erzincan yöresinde dut şırası ve
şeker ile kabak,
890
elma, kiraz, kavun, kayısı, incir, üzüm, erik, kızılcık
ve armuttan reçel
yapıldığı bilinmektedir (Koşay ve Ülkücan, 1961;29). Evliya
Çelebinin
seyahatnamesinde reçel yer almaktadır.Osmanlı sarayında
helva, reçel,
şurup gibi tatlılara ayrılmış “Helvahane” denilen bir
bölümün bulunması
ve bu bölüme bir kapı ile bağlantılı olarak
“Reçelhane”nin ayrı bir mekan
olarak planlanmış olması, sarayda reçelin önemli bir yeri
olduğunu
göstermektedir .
Ekşiler: Meyvelerin muhafaza şekillerinden bir diğeri
ekşilerdir.
Erik: Bazı erik türleri ekşi tat verir. Bu tür erikler
iki şekilde kullanılır.
Kurutulur, kışın parça olarak çorba ve yahnilere katılır
veya erikler taze
iken ezilir, süzülür ve kaynatılıp yoğunlaştırılarak
pekmez kıvamına
getirilir, şişelere doldurularak saklanır. Çorbalara,
yahnilere, salatalara,
sulu köftelere ve bazı tür dolmalara katılır. (Baysal,
1990: 44).
Nar: Ekşi nar taneleri ezilir, süzüldükten sonra
kaynatılır. Yoğunlaşınca
şişelere doldurulup, saklanır. Erik ekşisi gibi
kullanılır. (Baysal, 1990: 44).
Sumak: Akdeniz’de kendiliğinden yetişen bir bitkidir.
Tohumları
toplandıktan sonra kurutulur, dibek denilen taş içinde
veya havanda dövülür
veya öğütülerek irmik şekline getirilir. Kebapların,
köftelerin yanında
bulundurulduğu gibi çorba ve salatalara da katılır.
Ayrıca, sumak taneleri
kaynatılarak ezilip şırası yoğunlaştırılır, şişelere
doldurularak saklanır.
Çorbalara, bazı dolmalara, sulu köftelere, salatalara
katılır. (Baysal, 1990:
44).
Koruk: Üzümün olgunlaşmamış olanına koruk denir. Koruk
ezilip, süzüldükten sonra limon suyu gibi kullanılır.
Ayrıca kaynatılıp,
yoğunlaştırıldıktan sonra şişelere konarak diğer
mevsimlerde kullanılır.
(Baysal, 1990: 44).
Sirke: Orta Asya’da üzüm suyundan elde edilen şıranın
mayalandırılması
ile sirke elde ettikleri ve yemeklerinde kullandıkları
bilinmektedir
(Oğuz,1976: 755).
Anadolu’da da sirke yapımı devam etmektedir. Üzüm, elma
gibi meyve
şıralarının mayalandırılmasıyla elde edildiği gibi,
pekmez yaptıktan sonra
kalan küspenin mayalandırılmasıyla da elde edilir
(Baysal, 1990: 44).
İçkiler
Orta Asya’da hububatların kullanılmasıyla çeşitli
içecekler
hazırlanmaktaydı. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
891
* Bir çeşit hamurdan “ugut” denilen bir şarap
hazırlanırdı. Bu şarabın
yapımı için; deva adı verilen bazı bitkiler ve meyve
püreleri toplanarak
ıslatılır, bunlar arpa unu ile karıştırılır. Meydana
gelen hamur fındık
büyüklüğünde toparlaklar halinde kurutulur. Arpa ve
buğday pişirilerek
hamur gibi ezilir, fındık büyüklüğünde yuvarlaklar
üzerine, pişmiş olan
bu hamur ezmesi dökülür. Temiz bir beze sarılarak 3 gün
olgunlaşması
için bekletilir. Sonra küpe konulur ve daha iyi
olgunlaşması için bekletilir.
Üzerine su dökülür. Süzülerek elde edilen su içki olarak
tüketilirdi.
* Buğday, darı ve arpadan “begni” adını verdikleri bir
tür boza
yapılıyordu (Oğuz,1976: 729).
* Darıdan buhsum adını verdikleri birayı andıran bir içki
elde
ediliyordu.
* Kıpçak illerinde yetişen ve yaprakları fasulye
yaprağına benzeyen
kumlak adlı bir bitkiyi bal ile karıştırmak suretiyle de
bir çeşit şarap
yapılıyordu.
Bazı Türk boylarının süçik veya süçük, Kıpçak ili havzası
Türkmenlerinin
ise kızıl süçük dedikleri şarap, üzümden yapılmakta idi.
Şarap kaynatılarak
yapılıyordu. Soğuk bir yerde soğutuluyor, tulumlarda veya
havana benzer
kaplarda muhafaza ediliyordu. (Köymen, 1982, Genç, 1982).
Yoğurdun kiraz ya da kayısı ile tatlılaştırılması ile
hazırlanan “Li” adlı
bir içki Hunlar arasında yaygındı (Tezcan, 2000;25).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder